Cemil Çakmaklı, bir koltuğa birkaç karpuz birden sığdıranlardan. DOKAP Topluluğu, BİAR ve "su cenneti" olarak tanıtılan Favori Otel'de ortaklık ve yöneticilik, akademik çalışmalar ve yönetim kurulu üyelikleri... Çakmaklı, çalışma felsefesini, çok önem verdiği "kentsel çevreyi" ve hedeflerini anlatıyor.
Toplumsal sorumluluğu üretimde somutlaştıran bir kişi. Kendi deyimi ile "Yönetici Cemil Çakmaklı"... İktisatlı bir yönetici... Kamuda proje uzmanlığından, kendi projelerinin gerçekleştirilmesine uzanan yolda bilinçli bir yürüyüş... Dokap Topluluğu, Biar, Favori Otel gibi şirketlerin ortağı ve yöneticisi... Danışma Meclisi Üyeliği, Garanti Bankasında Yönetim Kurulu Üyeliği... Akademik·çalışmalar ve yazarlık... Müteşebbis bir ruh... "Zengin değilim, merak edilecek bir kişi de değilim" diyor kendisi hakkında... Oldukça mütevazı, abartısız... İşte Dr.Cemil Çakmaklı
Panorama: Özgeçmişinizi kısaca anlatır mısınız?
Çakmaklı: Ben 4 yıl önce Zonguldak'ta doğdum. Üniversiteye kadar Zonguldak'ta okudum. Lisans eğitimimi, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde tamamladım. Daha sonra İşletme doktorası yaptım.
İktisat Fakültesi'nin amblemi biliyorsunuz karıncadır. Siz de çalışkan bir karınca mıydınız?Çakmaklı: Herhalde çalışkandım. Ama daha önemlisi, İktisat eğitimini bilerek ve isteyerek seçtiğim için arzuluydum. O dönemlerde iktisat eğitimi talebi şimdiki gibi değildi. Şimdi Türkiye artık başka bir yere geldi. Şimdi, iktisat ve işletme fakültelerine talep çok daha fazla.
Fakülteyi bitirdiğinizde kendi işinizi mi kurdunuz, yoksa başka bir işte mi çalıştınız?
Çakmaklı: 1969 yılından itibaren Devlet Yatırım Bankası ve diğer kamu kuruluşlarında yatırım projeleri uzmanı olarak çalışmaya başladım. Giderek, bazı kamu projelerinde sorumluluk aldım, yöneticilik yaptım. O yıllarda, ülkenin en büyük projesi olan Afşin-Elbistan projesinde yöneticilik yaptım. 1976'da kamudan ayrıldım. Sonra piyasada sanayi deneyimimiz başladı.
Peki niçin sanayi de, ticaret değil?'
Çakmaklı: O dönem sanayi moda idi. Biz "baca kültürü" ile yetiştik. Ülkede sınai özlem çok yüksekti. Herkes baca tüttürmek istiyordu. Bütün duyarlı insanlar, o zamanın "azgelişmişlik" fobisinden bu yolla kurtulunacağına inanmıştı. Sanayi ve toplumsal sorumluluk iç içeydi yani. Ve bundan etkilenmemek mümkün değildi.
Bu girişimci ruhu Karadenizlilikten de kaynaklanıyor olabilir mi?
Çakmaklı: Belki... Ama ben önce toprağa bağlı; sonra atölye düzenine geçmiş, üretken bir ailenin çocuğuyum. Üretim kültürü bizim oralarda, insana çocukken kazandırılır.
İlk özel girişiminiz nasıl gerçekleşti?
Çakmaklı: Etrafımızdaki insanlarla ve yurtdışında geliştirdiğimiz dostluklarla, 1976 yılında un üretimi hedefleyen bir projeyle başladık. 18 ayda realize edilen, 40 milyon lira tutarlı bir projeydi bu. Ama, Sınai Kalkınma Bankası'nın, Dünya Bankası orijinli bir fonu kullandırarak müteşebbis geliştirmeye çalışmasının da önemli rolü olmuştur bizim başlangıcımızda.
Sonra, kentsel altyapı ve çevre elemanları üreten tesisler kurduk. Bugün altyapı ve üstyapı beton elemanları üreten iki fabrikayla ve ahşap ve metal üretim tesisleriyle, DOKAP markalı 100'ü aşkın kentsel çevre elemanı üretiyoruz.
Bu kentsel çevre fikri ve projesi nasıl gelişti?
Çakmaklı: Biliyorsunuz, Türk insanı kentlerini hazırlıksız yakaladı ve adeta bastı. Baskına uğradı kentler. Şehirciler kent edebiyatı, müteahhitler apartman, çaresizler de "kondu" yapmaya başladı.
Ama, kent altyapısı ve çevresinin sanayisi doğmadı. Bu büyük bir hata oldu. Kentsel çevre sanayisinin doğmaması, kentlerimizi yaşanamaz hale getirdi.
Ama, mesela Almanya'da, ta 1917'lerde kentsel çevre elemanları standardize edilmiştir. Bugün sadece o ülkede 1200 fabrika bu alanda faaliyet göstermektedir.
Hep kentsel çevreden söz ediyorsunuz. Kendinizi "çevreci bir sanayici" olarak mı tanımlıyorsunuz?
Çakmaklı: Hemen ve tereddütsüz "evet" diyorum. Gerçi, bizim burada sözünü ettiğimiz "kentsel çevre"dir. Doğal çevreci yaklaşımların, ölçülü biçimde kente davetidir. Kente yerleştirilmesidir. Yaklaşımımızın özünde, çevre-kent-insan üçlüsünün optimizasyonu yatmaktadır. Söz çevreden açılmışken eklemeliyim. Kanımızca, bugünün insanının dünya görüşünde ve davranışında, insancıllık, çevrecilik, verimlilik, yaratıcılık ve zamana saygı dominant unsurlar olmalıdır.
Sizin topluluğunuzda bir de "FAVORİ Aqua Resort" diye bilinen, ülkenin ilk su cenneti diye tanıtılan turizm işletmesi var. Nereden geldiniz bu projeye?
Çakmaklı: Kentsel çevre üreticiliği bizi, rekreasyon teknolojisine, yani insanların yenilenmesini, dinlenmesini, eğlenmesini sağlayan sistemlere yöneltti. Teknik ve estetik arayışlara, Ürün ve konsept dizayn etmeye yöneltti. Bu su cenneti ve onu kavrayan resort otel projesi buralardan çıktı. Biz bunu, bir kentsel rekreasyon zincirinin ilk halkası olarak düşündük.
Bir de BİAR var topluluğunuzda. Bilgi üretip pazarlıyorsunuz? Nasıl bir iş bu?
Çakmaklı: Son yıllarda, fütürist literatür, "enformasyon çağı", "bilgi toplumu" gibi deyimler üretti biliyorsunuz. Biz de yarınlara bakmak zorunda olan insanlar olarak bunları anlamlı buluyoruz. "Bilgi", üretilebilen ve pazarlanabilen bir metadır diye düşünüyoruz. BİAR,yerli-yabancı alıcılara ürettiği, ekonomik, sosyal ve işletmeye ait bilgileri sunuyor. Ayrıca, KAS'ın (Konrad Adenauer Stiftung) küçük ve orta ölçekli işletme eğitimi programını da yürütüyoruz.
Sizin akademisyen yönünüz de var. Yazıyorsunuz da. Örneğin, Prof.Dr. Kenan Mortan'la "Kalkınma Arayışları" adlı bir kitabınız var. Çeşitli makalelerinizi de görüyoruz. Bu, iş hayatıyla barışıyor mu?
Çakmaklı: Hem de çok barışıyor. Biz iş hayatımızda herkesten çok, genel sistemle, bürokrasiyle, insanla, ürünle, olumlu-olumsuz birçok deneyle karşılaşıyoruz. Bunların sistematize edilip ilgililerine aktarılması görevdir bence. Ülkede ilk "piyasa ekonomisi" diyenlerden birisiniz. Neden piyasa ekonomisi? Çakmaklı: Ben, her şeyden önce şuna inanıyorum. Dünyanın ve insanlığın en önemli varlığı insanların fiziksel ve düşünsel potansiyel enerjileridir.
Ve insanlar, bu potansiyel enerjilerini kurallı bir bağımsızlık içinde kinetik hale getirmelidir. Bir enerji ve amaç seti olan insanın, bağımsız (ama kurallı bir bağımsızlık bu) biçimde yaşama katılmasını, yaratıcılığını ortaya koymasını, diğer faktörlere biçim vermesini sağlayan ortamdır piyasa ekonomisi.
Kısaca, insana bağımsızlık ve yaratıcılık verdiği, demokratik ve katılımcı bir toplumun önünü açtığı için piyasa ekonomisi gereklidir diyorum.
Son olarak, hedefleriniz neler?
Çakmaklı: Ben çok iddialı bir kişi değilim, fakat hedeflerim var. Örneğin bir kentsel rekreasyon işletmeleri zinciri kurmak gibi. Ve dünyada tahsisli bir zamana sahip, eylemli insan olarak, zamanı iyi kullanmak, kullanabilir hale gelmek benim bireysel-teknik hedeflerimin başındadır.
Dr. Sadi Uzunoğlu

İZLER...
Oya Berberoğlu
11 Temmuz 1997, Cuma
Hürriyet
Turizmcinin böylesi de var
Doğanın dengesinin bozulması, çevre kirliliği, insan için de diğer canlı türleri bakımından da en büyük bela... Doğanın bir dengesi var, dönüşümle korunan. Ama dışarıdan müdahale, dönüşümü engelliyor, dengeyi bozuyor. İnorganik bir ortamda yaşamak ise en büyük etkiyi canlıların metabolizmasını bozarak gösteriyor.
Bizler gibi çevreciler ve organik yaşamcılar için, Antalya'da bir doğa parkı var. Naturland...
Antalya Bölgesi turizmin en yoğun olduğu yer. 200 bine yakın yatak kapasitesi var. Son 13 yılda bu bölgeye yapılan turizm yatırımının tutarı 16 milyar dolar. Yıllık ortalama doluluk oranı yüzde 60 civarında. Büyük turizm yatırımları öyle geri dönüşü kısa sürede olan yatırımlar değil. Dünyada ortalama 8 yılda Türkiye'de ise ortalama 12 yılda karşılığını alıyorsunuz.
Naturland'i duymuş ama gitme fırsatı bulamamıştım. Yaz mevsimini orada açtım ve iki gün bu cennetteydim. Yok olan doğa dengeleri burada kurulmaya çalışılmış. İşte Dr. Cemil Çakmaklı gibi turizmcilerin varlığı beni umutlandırdı.
Kemer Çamyuva'da, sırtını Olimpos Dağı'na vermiş olan Naturland, kendine yeter bir köy. Her türlü gıda maddesi tabii ki hormonsuz, organik bir biçimde yetiştiriliyor. Çocukluğunuzdaki tatlara, o mis gibi sebze meyve kokularına geri dönüyorsunuz.
Bu doğa parkında, evler, otel ve lokantalar da doğal malzemelerle yapılmış. Plastik, alüminyum gibi zararlılar kullanılmamış. Manyetik alanın oluşmamasına özen gösterilmiş. TV, telefon, elektrik gibi aletlerin kabloları bile yalıtımlı. Herşey ahşap. Bu köydeki evler, kısa süre için de 49 yıllığına da kiralanabiliyor.
Naturland'in denizi yok mu? Yine Dr. Cemil Çakmaklı'nın sahibi olduğu Favori Aqua Resort Oteli var. Bu otel Naturland arazisinin denize uzantısında. Köyden denize, yürüyerek, veya golf arabalarıyla, isterseniz de iki hatlı dağ tramvayıyla ulaşabiliyorsunuz.
Dikkatimi çeken bir şey de Azerbaycanlı, Tataristanlı sanatçılardı. Bölgede Azerbaycan'dan çok sayıda sanatçının çalıştığını öğrendim. Onların kemanları, müzikleri eşliğindeki yemeklerin keyfini anlatmama gerek yok sanırım.
Cemil Çakmaklı'ya Türk turizminin en büyük sorununun ne olduğunu sorduğumda aldığım yanıt düşündürücüydü: ‘‘Kumar ve hanutçuluk.’’
Çakmaklı'nın Naturland gibi bir ilke imza atması takdire değer. Bu tip doğa parklarının çoğalmasını diliyorum.
100. Yıl Vakfı Başkanı Dr. Cemil Çakmaklı ilk kez PUSULA'ya konuştu
100. Yıl Vakfı Başkanı Cemil Çakmaklı ilk kez PUSULA Dergisi'ne konuştu. Derginin Ocak sayısında yayınlanan Cemil Çakmaklı - Ali Rıza Tığ söyleşisini aynen yayınlamaya karar verdik. Çünkü yöre kültürü açısından altı çizilmesi gereken son derece önemli, ciddi ve değerli olan bu sözlerin yanında, bir o kadar daha önemli olan saptamaları bulacaksınız. Okuyun bize hak vereceksiniz.
Hayatı ve Zonguldak öyküsü...
Babamlar altı kardeştir. Hepsinin de altışar çocuğu var. Ben rahmetli Hüseyin Çakmaklı'nın altı çocuğundan biriyim.Ama ben şanslı bir çocuktum.
Toprağa ve o toprağın bilgesi büyüklerin yönettiği kalabalık bir aileye doğdum. Bizi sevgiyle büyütüp, çalıştırıp, denettirip eğittiler.
Bizde çocuğu ana, baba yapar, babaanne, beybaba büyütür. Ana baba gençtir, acemidir, çünkü.
Oysa büyükler kıçı boklu çocuğa hem bey deyip sosyal sorumluluk yüklerler, hem hayvan güttürüp, at baktırıp, ağaç diktirip çalıştırarak eğitirler.
O yüzden, ben bütün tarımsal prosesleri çalışarak, yaşayarak öğrendim.Deneyerek öğrendim.
Elimle öğrenmeyi öğrendim.
Diğer yandan; kulakları çınlasın dayım Alaaddin Köktürk, EKİ'de müdürdü. Fener'de otururdu. Evinin bütün duvarları kitaplıktı. Onun kütüphanesinde büyüdüm. Beni altı yaşından itibaren sistemli biçimde okuttu. İlkokuldan, üniversiteye hiç elini çekmedi benden. Masalla başladı, felsefeyle bitirdi. Kısaca; sığır güderken, masal okudum, harman döverken, felsefe yaptım.
Hem doğal hem sentetik eğitim gördüm ben.
Çocukluğumuz ağlamakla geçti
İlkokul bitince; ortaokula gidilecek. Bana Çelikel'in yanında akrabalara yakın nohut oda, bakla sofa bir ev tuttular. Onbir yaşında yalnız kalmayı öğrendim. Geceleri korkar, lambayı söndüremezdim. Annem haftada bir gelir, yemeğimi, temizliğimi yapardı.
O geri dönerken, ben arkasından Soğuksu Pazaryerine kadar ağlaya ağlaya giderdim.
O ağlar, ben ağlardım.
Ağlamak Zonguldaklıya yabancı değildir zaten… Zonguldak'ın sosyolojisi gözyaşıyla karılmıştır. Adam ocağa gider, bir ay sonra döner. Karısı gider bakkala hesap açtırır, borca yazdırır, gaz, tuz, bez alırdı. Adam gelir, bakkala borcu öder, kalanla bir şişe rakı alır, sağ salim dönmenin sevinciyle bir subaşında içer, "vov de" çeke çeke eve giderdi.
Gidenler bazen de; bayraklı EKİ arabası ile dönerdi.
Beycuma'ya her ay mutlaka bir EKİ arabası gelir, içinden birkaç tabut inerdi.
O çamurlu sokaklarda ölenlerin, kadınları, anaları, bacıları kendilerini yerlere atar, bağrışırlardı.
Onlar ağlar, biz ağlardık.
Çocukluğumuz madencilerin arkasından ağlamakla geçti.
Sosyolojik altyapımız ızdırapla doludur bizim. Madenin ağır şartları bizim köylerimize bütün ağırlığıyla çökmüştür. İnsanlar gülemez, oynayamaz, hayata neşeyle bakamaz, hep risk vardır hayatında çünkü…
Zonguldaklı erkeğin rüyası göçük, karısının rüyası tabuttur.
Ufuksuz yapamam
Ben ormanlık tepelerde büyüdüm. Bulutlara yukarıdan bakar bizim tepeler.
İşte o yüzden ben ufuk olmazsa bir yerde oturamam. Her yer de, uzağa bakmayı seviyorum.
Ufuk alışkanlığı bir çocukluk mirası bana.
Bi rde; çalışmadan duramam.
Doğduğumuzdan beri bir işe yaradık biz. Yürüyebilen her çocuk bir işe koşulurdu bizim küçüklüğümüzde.
O yüzden "el ulağı" derler küçük çocuklara bizim oralarda…
Giderek; toprakla, doğayla, üretimle bütünleşirsin. Çeşitlenirsin. Bu çeşitlenme, en güzel öğrenme biçimidir.
Doğa insanı; "kavanoz insanı" olmaktan uzaklaştırır. Doğa da büyüyen çocuk avantajlıdır. Çünkü inanılmaz çeşitlilikte bir deney birikimi vardır.
Her toprak kendi ürününü yetiştirir...Hangi topraktan çıkan fasulyeyi, domatesi, mancarı yersen, hangi buğdayı yersen, o toprakla bütünleşirsin.
İnsanla toprak arasındaki alış-veriş kimyasal bir ilişkiye dönüşür. İnsan hangi doğada, hangi ekosistemde yetişirse, bütün senkronizasyon ona göre oluyor. Bir insanın sosyal çevresi, ekolojik çevresi, insanın dokusunu oluşturuyor.
Lezzet dediğin şey de budur zaten. Her toprak kendi ürününü yetiştirir.
Toprak seni, sen toprağı bütünlersin.
Onun için bir yere ait olmak önemlidir. Bu ekolojik bir gerçektir.
Bir yere ait olmak ve sevmek rasgele bir laf değildir.
Eğer senin kimyan tutuyorsa, o ortamla, o iklimle, o klima ile o toprakla, sen orayı seversin, oraya gidersin. Bu biyolojik, ekolojik bir iştir. Rast gele "ben burayı seviyorum" olmaz.
En rahat Zonguldak'ta uyuyorum
İnsan hangi iklime doğmuşsa, hangi toprağa basmışsa, hangi ürünle beslenmişse, bütün bunlar insanın kimyasını oluşturuyor.
Göçlerden oluşan sosyolojik sorunlar, genellikle ekolojik temelsizlikten kaynaklanır.
Zonguldaklı olmak demek, tabiî ki tek başına burayla ekolojik bağları olmak değildir ama, önemli bir sevgi unsurudur sadece.
Ben hâlâ, en rahat Zonguldak'ta uyuyabiliyorum. Nerde olursam olayım, hala anamın bahçesinden gelen sebzeleri yiyorum. Zonguldak'a gitmeyi, orada olmayı seviyorum. Zonguldak'ı; eğrisiyle, doğrusuyla, yanlışıyla sevmekte önemli bir iştir. Bir yer, bir hayat, bir insan en güzel olunca, her şeyi tamam olunca sevilmez sadece… Eksiğiyle de sevilir.
Zonguldak endemiğimiz
Sadece o bölgeye has olana, bitkilere 'endemik ' derler. Biz Zonguldak endemiğiyiz.
Orada büyümüşüz. Başka yerlerdekilerden farkımızın olması doğal. Zonguldaklı olmuş olmak, önce ekolojik, sosyolojik ve biyolojik bir gerçekliktir. Zonguldak sevgisi de buradan doğar. Daha sonra ilişki, yararlanmaya dönüşür. Bir yerin yararını sever insan.
Kavga DOKAP'la başladı
Devlet'te görev yaptığım yedinci yılda, 1976 Yılında ayrıldım. Oysa kısa sürede yükselmiş, Afşin-Elbistan Proje Yöneticisi olmuştum. Zonguldak'ta ilk defa un fabrikasını (Dokap Gıda) kurduk. 1976'da başladık, 19 ayda bitirdik. 1977–1978 de ciddi bir kavgaya, Dokap Yapı işine girdik.
O dönem Zonguldak'ta denizden kum alınıyordu. Denizden kum çakıl alınması yasaklanması, hem kaçakçılık açısından, hem deniz tahribatı açısından önemli bulunuyordu. Bu işe son vermek için İl Özel İdaresi'nin desteği, ricasıyla o işi yaptık. Dönemin Valisi Nevzat Ayaz'dı. Zonguldak'ta bizim kavgamız ilk o zaman başlar. Zonguldak'ta bu işi İstanbul'dan gelen tekneler yapıyordu… Vilayet kıyı emniyetini sağlamak ve doğa tahribatını önlemek için denizden kum alınmasını yasakladı. Kızılca kıyamet koptu tabi.
Ama Zonguldak Kıyıları kurtuldu.
Bu ilk kavgaydı..
Daha sonra da; Zonguldak'ta haklı kavgalardan hiç kaçmadık.
Danışma Meclisi yılları
Ben, Ankara'da, akademik çalışmalarımı da sürdürürken, bir gün bir telefon geldi. Askerler, ihtilalden sonra mecliste kurdukları ekonomik konseye beni de çağırdılar. Haftada bir gün diye başladık. Türkiye'nin yeni ekonomik düzenini oluşturmaya döndü çalışmalar. Daha sonra; Danışma Meclisi kurulurken, talebim olmadan, Danışma Meclisi Üyesi oldum. Plan ve Bütçe Komisyonu'nda idim. Esas benim Zonguldak'la ilgili etkin rolüm o dönem başladı. Zonguldak'ı yeniden tasarladık. Bayındırlık Bakanlığı ile 10 alternatifli plan hazırladık.
Temel sorun
Temel sorun, Zonguldak'ın ekonomik altyapısı idi. Kömür çöküyordu, bölgede alternatif üretime ve istihdama ihtiyaç vardı. Ama temel altyapı yoktu.
Bu yüzden Karayolu, denizyolu ve demiryolu ulaşımını ele aldık. Devrek-Zonguldak, Karabük-Devrek, Devrek-Çaycuma-Bartın, Ereğli-Devrek yolları planlandı. Başlanmışlar hızlandı. Mülkiyet altyapısı ile ilgili çalışmalar başladı. Kamu mülkiyetli işletmelerden özel mülkiyete dayalı sanayi-tarım gelişim stratejisi belirlendi. Zonguldak'ın sanayi, tarım yerleşme deseni yeniden planlandı.
İkinci adım
Zonguldak'ın sosyolojik altyapısı yoktu. İnsanlar maden işçiliğinden başka bir şey yapmamışlardı. Girişimci yoktu, müzik yoktu, folklor yoktu… Herkes kurtarıcı bekliyordu. Sivil inisiyatif yoktu.
TRT arşivlerinde 100'ü aşkın eser bulduk. (Zonguldak-Bartın-Karabük) Zonguldak kına gecelerinde güzel oyunlar vardır. Erkekler oynamaz ama kadınlar güzel oynar. Biz de o zamanki Kültür Bakanlığı'na görev verdirdik. Zonguldak'ın folklorunu araştıracak bir çalışma başladı. Dirgine'den Ereğli'ye tarama yapıldı. Folklor zenginliği ortaya çıkarıldı. Zonguldak'ın ilk kez folkloru oldu. Okullarda bu oyunlar oynandı.
Diğer yandan Zonguldak'ta girişimcilik konuları anlatılmaya, işlenmeye başlanıldı.
Kısaca; maden işçiliği bitiyordu, bölgeye sahip çıkacak, girişimci, özgüvenli, yeni bir bölge insanı gerekliydi. Zonguldak Madencisinin şerefli geçmişinden ve üreticiliğinden, girişimci, kendi göbeğini kendi kesen, bir Zonguldak insanı çıkarmalıydık.
Vakıf kuruluyor
Sosyolojik atılıma ihtiyaç vardı. Bu kamu desteğiyle olmazdı. Bir sivil toplum örgütü kurmak lazımdı. Zonguldak Vakfı'nı o yüzden kurduk. Bu vakıf, Zonguldak'ın ekonomik ve sosyolojik gelişiminin önünü açacak çabalarda bulundu. Vakıfta; Mehmet Tezer, Davut Fırıncı, Ruhi Cöbekoğlu, Mehmet Zeki Hacıkulaoğlu, Ünal Çakmaklı, Hüseyin Şeker gibi sivil toplum önderleri vardı. Erdal Şeker, Sait Yıldırmak gibi o zamanın genç idealistleri vardı. TTK, Sendika, Zonguldak Belediye Başkanları, Bartın, Karabük, Ereğli, herkes işin içindeydi.
1981–87 Yılları arasında Zonguldak'ta ilk defa, adı festival olan festivaller yaptık. Bir ay sürerdi. Zonguldak'ın ekonomisi tartışılırdı. Sosyolojik özellikleri tartışılırdı. Karabük, Bartın, Ereğli, Devrek, Çaycuma'sıyla herkes konvoylarla Zonguldak Merkeze gelirdi. Bir tek festival yapıyorduk. Şimdi her ilçenin bir festivali olmuş, bu yanlış. Biz, Zonguldak'ın ekonomik ve sosyolojik dokusunu ortaya çıkartmak ve birliğini güçlendirmek için festival yapıyorduk. Şimdi ki gibi konser için değil.
Ülke çapında, resim, hikâye yarışmaları yapardık. Kültürel, sanatsal tüm etkinlikler yapılırdı. Müzik vardı. Sadece şarkıcı-türkücü değil, operalar tiyatrolar gelirdi.
Merkez Bakacakkadı
Vakfın bir merkezi olsun istedik. Zonguldak'ın tam ortası olsun dedik. Haritayı önümüze koyduk. Pergelin ucunu Bakacakkadı'ya koyunca tam 70 kilometrelik bir mesafe Bartın, Karabük, Ereğli tüm ilçelerin merkez içine aldı. Ve bu merkezde Zonguldak'ın bir kültürel buluşma noktası planlandı. Vali İsmet Metin döneminde son bölümleri yapılan ve Özel İdare'ye işletmeye verilen100. Yıl Tesisleri'nin projesi bizim 1980'li yıllarda yaptığımız projedir. Buranın temeli 1982'de atılmıştı. Hem kamunun desteğini aldık, hem de Zonguldak'lı gerçek kişi ve kuruluşlar yatırımlarıyla katkıda bulundu. Bazılarının engellemelerine rağmen tamamlandı.
Biz 100. Yıl da sera da organik mesela tarımı daha o tarihte denedik. Minnacık sera bölgeye örnek oldu. Şimdi Bakacakkadı serayla doldu. Ancak; bölgede doğal üretim, organik tarım güçlendirilmeli. Bizim hala elmalarımız ağaçlarında çürüyor. Bu yüzden organik depolama ve pazarlama şirketlerine acilen ihtiyaç var.
Üçe bölündük
70 kilometre çapında bir il, sonra üçe parçalandı. Türkiye'de kendinden üç il çıkan başka bir il yok.
Kaderleri aynı, aynı ırmağın kenarında, aynı havzayı üçe bölmek hiç kimsenin hayrına olmamıştır. Problemler yerinde durmaktadır. Bölünmeyle problem çözülmez. Problem ancak tespitle, teşhisle, doğru strateji ile çözülür. Bu bölünmeden, ne bölen ne de bölünen fayda görmedi. Bölünmeden ders alamayanlar, tek festival varken, her ilçede bir festival yaptılar. Bir kentin bir kimliği olur. 50 tane kimliği olmaz. Çok güçlü olursun da hepsini yaşatırsın.
Filyos Vadisi projesi
Filyos Vadisi, Batı Karadeniz'in tek vadisidir. Çarşamba Ovası'ndan sonra böyle bir vadi yok. Bu vadinin arkası Ankara'ya uzanır. Yenice Yolu, Bartın Yolu, Zonguldak Yolu benim Plan Bütçe Komisyonu Başkanlığım döneminde kavga, gürültüyle yapıldı. Amaç, Kardemir ile Erdemir'i birbirine bağlamak. Yassı mamul ile yuvarlak mamulü buraya taşıyıp, buluşturmaktı.
Filyos'a bir liman yapmak amacındaydık.
Filyos Projesi, Türkiye için önemli ve doğru bir projedir. İç Anadolu Ticaretini, Ankara'yı denize açacak bir projedir. Köstence'yle bağ kurarak, Anadolu'yu Avrupa'ya bağlayacak bir projedir.
Filyos Projesi'ni biz yaptık
Bir sürü sektörde proje yapmış biri olarak, bu planlamayı bizler yaptık. Filyos Vadisi Projesi aslında 100. Yıl Vakfı'nın ürünüdür.
Eninde, sonunda, bu proje hayata geçecek. Ama vadiyi elden kaçırmazsak.
Bu vadinin ucuna bir liman yapacaksın, demiryolunu ya hızlandıracak, ya da çift hat koyacaksın. Karayolu ağını tamamlayacaksın. Vadiyi tümüyle imarlayacaksın.
Ereğli-Devrek arasında ortasında demiryolu olan bir karayolu olacaktı. Şimdi karayolu yapılıyor. Ama projede ortada demiryolu vardı.
Filyos Vadisi Projesi, değil Zonguldak'ın, İç Batı Anadolu'nun projesidir. 25 yıl önceki düşüncelerin yeniden gözden geçirilmesi gerekir. Bu Vadi'nin kaybolmaması için Filyos, Saltukova, Çaycuma, Bakacakkadı, Gökçebey, Devrek'in mücavir sahalarını birleştirip bir imar planı yapmaları gerekiyor. Yol açıldı, etrafı hemen evlerle doldu. Tünel gibi oldu. Vadi, yanlış yerleşme ile elden gidiyor.
Zonguldak'ın tümü bu vadiye muhtaçtır. Ereğli'nin büyüyebileceği bir yer yok.
Filyos Vadisi 1980'li yıllardan beri Türkiye'nin gündemindedir. Projelendirdik, tartıştık. Yollarının yapımına daha o zaman başladık.
Zonguldak'ın ekonomik altyapısının somutu budur. Hala başka bir yerleşme deseni alternatifi yoktur. Kömür, demir-çelik teknolojisi, Zonguldak'taki haliyle 25 yıl önceden ömrünü doldurdu.
Kömürden vazgeçmeyelim ama artık kömür sübvansiyonla, zararla ite kaka 10 bin kişilik istihdam sağlıyor. TTK'da iş bulanlarla bulamayanlar arasında ciddi bir sıkıntı doğmaya başladı. TTK, Zonguldak'ı kurtarıcı olmaktan çıktı.
‘Zonguldaklılık üst kimliğimiz’...
Zonguldak demek, Merkez İlçe demek değil. Tüm ilçeleriyle bir bütün Zonguldak. Zonguldaklılık ise bizim üst kimliğimizdir. Alt kimliğimiz Devreklidir, Çaycumalıdır, Ereğlilidir. Çünkü bir köyün ya da kasabanın tek başına bir problem çözme vasfı yoktur. Ne kadar çok bütünleştirirsen, sorunu o kadar azaltırsın ve çözersin.
Önce politika, sonra politikacı seçelim
Her zaman tüm politikacıların Zonguldak'a faydası olmuştur. Az çok, doğru yanlış olmuştur. Geçmişte de, bu günde çok değerli iyi niyetli politikacılar geldi, geçti. Doğru olan şudur. Önce; bölgenin bir temel politikası olur, ekonomik, sosyolojik politikaları olur, sonra bölge insanı bunu benimser, buna göre, buna destek olacak politikacılar seçer. İşte ancak o zaman, politikacıları değerlendirebiliriz, iyi yada kötü diyebiliriz. Kısaca; bir bölgenin ekonomik, sosyal, kültürel temel politikaları yoksa ve seçmenleri bunu benimsememişse, orada ne yapacağını bilen verimli politikacı seçilemez. Bölgenin bir temel politikası oluşmamışsa politikacı kendi başına hizmet ediyor. Hastane işlerini çözüyor, postane işlerini çözüyor.
Bir bölgenin projesi yoksa öne adam katmanın da bir anlamı yoktur. Zonguldak kendine acilen, çoğunluğun üzerinde uzlaştığı projeler üretmek zorundadır. Ondan sonra, bu işi sen yaparsın diye adam seçmek ve parti seçmek kolaylaşır. Projesi olmayan bölge insanının, bir proje etrafında birleştiremediğiniz insanların, doğru siyasi tercihleri de olamaz. Çok iyi insanlar seçseniz de, kişi ne yapacağını bilmediği için sorun çözülmez. Bir bölgenin ihtiyaçları, dört-beş yılda bir değişmez. Süreklidir. Onun için önce politika, sonra politikacı seçelim.
Bugünlerin temel sebepleri
Birinci sebep: Zonguldak'ta ekonomik çöküşün nedeni, sadece TTK'nın gerilemesi değildir. Kömürün, dünyada enerji sektörü içindeki nispi öneminin kaybolması, esas sebeptir.
Bizim pahalı maliyetlerimiz işi sadece dramatik hale getirdi. Yoksa kömüre dayalı Zonguldak yürümezdi.
İkinci sebep: Bu tehlike görüldüğü andan itibaren alternatif gelişme yolları ve alternatif stratejileri biz 1980'li yıllarda oluşturduk. Bölge insanı uyarıldı. Ama bu devam ettirilemedi. Bölge insanı ayağa kaldırılamadı. Çözüm üçe bölünmekte arandı.
Birlikte söylemeyi bilmeliyiz
Büyük bir orkestra oluşturamadık. Çözüm için aynı besteyi, aynı şarkıyı yüksek sesle söylemek zorundayız. Verimli bir ekonomi istemeliyiz. Zonguldak'ın yaşanabilecek bir yer haline getirilmesini istemeliyiz. Dansı, folkloru istemeliyiz. Zonguldak orkestrasını teşekkül ettirmezseniz, güçlü, geçerli, kabiliyetleri ve niyetleri toplayamazsan bölgede hedef oluşmaz. Resmi inisiyatif, sivil inisiyatifi boğmuştur. Tek sıkıntımız budur. Kafalarımızı da resmi inisiyatif satın almıştır. O yüzden girişimcimiz, şarkıcımız, Türkücümüz yoktur. Onun için gazetecimiz kendi içinde dövüşür. Hepimizin bir özelliği var. Ama biz özelliklerimizi bir orkestraya değil, kör dövüşüne dönüştürme meraklısıyız. Ve giderek bu itiş kakış sevgisizliği, sevgisizlikte verimsizliği getiriyor. İtip kakarken enerjimizi kaybediyoruz. Oysa bu enerji bize başka hedeflerde lazımdır. Politikacının ulaşabildiği yerde, yani Ankara'da Zonguldak'ı kurtaracak imkân yok şimdi. Devlet küçüldü. Zonguldak'ta siyasi talepten başka talepler de olmalıydı şimdiye kadar. Zonguldak'ta tek belirlenme noktası, politikacı oldu. Tek istenen politikacı olmak oldu.
Eskiden okumayan iş bulur, okuyan geri dönerdi
Eskiden her Zonguldaklı talebenin hedefi şuydu: Okuyacağım, EKİ'ye gireceğim, bir lojman alacağım, bir de şehirden kız alacağım. EKİ tek hedefti. Okusan da, okumasan da EKİ'ye gireceksin. Eskiden, Zonguldaklının okumayanı işçi, şanslı okuyanları da döner EKİ'de mühendis, memur olurdu. Ama Zonguldaklı, Zonguldak'ta kalırdı. Bugün durum daha vahim. Zonguldaklı dışarıya göçüyor. Bütün Türkiye'ye işveren Zonguldak, kendi evlatlarını gurbetçi yaptı. Okuyanlarda hiç geri dönmüyor.
Çözüm; son 25–30 yıldır yapamadığımızda… Girişimde, yatırımda. İster sanayide, ister tarlada, ister hizmette… Zonguldaklı girişimci olacak, bölgesine sahip çıkacak. Bu yüzden; bizim insanlarımız kendi girişimcilerini de alkışlamayı bilmeli artık. Engel, çengel olmayı değil, destek olmayı öğrenmeli artık.
Karamsar değilim
Ben karamsar değilim. Çünkü o çözüm değil. Zonguldak'ın gecikmiş olma gibi bir kaybı var. Hala bu şehir Türkiye'nin en şanslı şehridir. Üretim, doğa, kültür. En mühimi Türkiye'nin en iyi niyetli, en temiz insanları burada. Ekonomik çözüm için; Zonguldak para kazanılır bir yer haline getirilmelidir. Mesela TTK para kazanamıyor, zarar ediyor. Zonguldak'taki sanayiciler para kazanamıyor. Çoğumuz, Beyazıt'ta dilenip, Sultanahmet'te sadaka veriyoruz. Dışarıda satıp kazanıp, Zonguldak'ta yatırım yapıyoruz. İşletmeler karlı olmalıdır. Daha da büyümelidir.
Zonguldak'ta verimli işletmeciliğin şartlarını oluşturmalıyız. Bir bölge kendi girişimcisini takdir etmezse, yatırım olur mu? Kendi sanatçısını alkışlamazsa o bölgede sanatçı olur mu? Kendi takdir ve taltif sistemimizi oluşturmalıyız.
Yaşanılır kent
Zonguldak'ı para kazanılır ve yaşanılır bir yer haline getirmemiz gerekiyor. O zaman sorunlar çözülmeye başlar. Zonguldak yaşanılır olduğunda, okumuş insanlar geriye dönerler. Bir tek yerel şarkıcımız yok. Bir tek Zonguldak yemeği yapan lokantamız yok. Kendi ayağına çelme takan şehirdir Zonguldak… Önce kendi girişimcine sahip çık. Onların itibarını görünce diğerleri de gelir. Gelenler de; "burada bana değer verilir" derler. Koşarak gelirler.
Evin tosununu öküz yapmalıyız
Kendi adamını büyütmeyen yer olur mu? Bizim köylerde bir laf vardır. 'Evin tosunu öküz olmaz' derler. Bölgenin insanını adam yerine koymazlar. Onu büyütmezler. Keserler bir yerde. Öküz dışarıdan gelecek illa.. Biz tosunlardan öküz yapmayı öğrenmek zorundayız. Başka çare yok. Başka öküzler gelip başka şeyler yapıyor ondan sonra.
Bizde çocuğu ana, baba yapar, babaanne, beybaba büyütür. Ana baba gençtir, acemidir, çünkü.
Oysa büyükler kıçı boklu çocuğa hem bey deyip sosyal sorumluluk yüklerler, hem hayvan güttürüp, at baktırıp, ağaç diktirip çalıştırarak eğitirler.
O yüzden, ben bütün tarımsal prosesleri çalışarak, yaşayarak öğrendim.Deneyerek öğrendim.
Elimle öğrenmeyi öğrendim.
Diğer yandan; kulakları çınlasın dayım Alaaddin Köktürk, EKİ'de müdürdü. Fener'de otururdu. Evinin bütün duvarları kitaplıktı. Onun kütüphanesinde büyüdüm. Beni altı yaşından itibaren sistemli biçimde okuttu. İlkokuldan, üniversiteye hiç elini çekmedi benden. Masalla başladı, felsefeyle bitirdi. Kısaca; sığır güderken, masal okudum, harman döverken, felsefe yaptım.
Hem doğal hem sentetik eğitim gördüm ben.
Çocukluğumuz ağlamakla geçti
İlkokul bitince; ortaokula gidilecek. Bana Çelikel'in yanında akrabalara yakın nohut oda, bakla sofa bir ev tuttular. Onbir yaşında yalnız kalmayı öğrendim. Geceleri korkar, lambayı söndüremezdim. Annem haftada bir gelir, yemeğimi, temizliğimi yapardı.
O geri dönerken, ben arkasından Soğuksu Pazaryerine kadar ağlaya ağlaya giderdim.
O ağlar, ben ağlardım.
Ağlamak Zonguldaklıya yabancı değildir zaten… Zonguldak'ın sosyolojisi gözyaşıyla karılmıştır. Adam ocağa gider, bir ay sonra döner. Karısı gider bakkala hesap açtırır, borca yazdırır, gaz, tuz, bez alırdı. Adam gelir, bakkala borcu öder, kalanla bir şişe rakı alır, sağ salim dönmenin sevinciyle bir subaşında içer, "vov de" çeke çeke eve giderdi.
Gidenler bazen de; bayraklı EKİ arabası ile dönerdi.
Beycuma'ya her ay mutlaka bir EKİ arabası gelir, içinden birkaç tabut inerdi.
O çamurlu sokaklarda ölenlerin, kadınları, anaları, bacıları kendilerini yerlere atar, bağrışırlardı.
Onlar ağlar, biz ağlardık.
Çocukluğumuz madencilerin arkasından ağlamakla geçti.
Sosyolojik altyapımız ızdırapla doludur bizim. Madenin ağır şartları bizim köylerimize bütün ağırlığıyla çökmüştür. İnsanlar gülemez, oynayamaz, hayata neşeyle bakamaz, hep risk vardır hayatında çünkü…
Zonguldaklı erkeğin rüyası göçük, karısının rüyası tabuttur.
Ufuksuz yapamam
Ben ormanlık tepelerde büyüdüm. Bulutlara yukarıdan bakar bizim tepeler.
İşte o yüzden ben ufuk olmazsa bir yerde oturamam. Her yer de, uzağa bakmayı seviyorum.
Ufuk alışkanlığı bir çocukluk mirası bana.
Bi rde; çalışmadan duramam.
Doğduğumuzdan beri bir işe yaradık biz. Yürüyebilen her çocuk bir işe koşulurdu bizim küçüklüğümüzde.
O yüzden "el ulağı" derler küçük çocuklara bizim oralarda…
Giderek; toprakla, doğayla, üretimle bütünleşirsin. Çeşitlenirsin. Bu çeşitlenme, en güzel öğrenme biçimidir.
Doğa insanı; "kavanoz insanı" olmaktan uzaklaştırır. Doğa da büyüyen çocuk avantajlıdır. Çünkü inanılmaz çeşitlilikte bir deney birikimi vardır.
Her toprak kendi ürününü yetiştirir...Hangi topraktan çıkan fasulyeyi, domatesi, mancarı yersen, hangi buğdayı yersen, o toprakla bütünleşirsin.
İnsanla toprak arasındaki alış-veriş kimyasal bir ilişkiye dönüşür. İnsan hangi doğada, hangi ekosistemde yetişirse, bütün senkronizasyon ona göre oluyor. Bir insanın sosyal çevresi, ekolojik çevresi, insanın dokusunu oluşturuyor.
Lezzet dediğin şey de budur zaten. Her toprak kendi ürününü yetiştirir.
Toprak seni, sen toprağı bütünlersin.
Onun için bir yere ait olmak önemlidir. Bu ekolojik bir gerçektir.
Bir yere ait olmak ve sevmek rasgele bir laf değildir.
Eğer senin kimyan tutuyorsa, o ortamla, o iklimle, o klima ile o toprakla, sen orayı seversin, oraya gidersin. Bu biyolojik, ekolojik bir iştir. Rast gele "ben burayı seviyorum" olmaz.
En rahat Zonguldak'ta uyuyorum
İnsan hangi iklime doğmuşsa, hangi toprağa basmışsa, hangi ürünle beslenmişse, bütün bunlar insanın kimyasını oluşturuyor.
Göçlerden oluşan sosyolojik sorunlar, genellikle ekolojik temelsizlikten kaynaklanır.
Zonguldaklı olmak demek, tabiî ki tek başına burayla ekolojik bağları olmak değildir ama, önemli bir sevgi unsurudur sadece.
Ben hâlâ, en rahat Zonguldak'ta uyuyabiliyorum. Nerde olursam olayım, hala anamın bahçesinden gelen sebzeleri yiyorum. Zonguldak'a gitmeyi, orada olmayı seviyorum. Zonguldak'ı; eğrisiyle, doğrusuyla, yanlışıyla sevmekte önemli bir iştir. Bir yer, bir hayat, bir insan en güzel olunca, her şeyi tamam olunca sevilmez sadece… Eksiğiyle de sevilir.
Zonguldak endemiğimiz
Sadece o bölgeye has olana, bitkilere 'endemik ' derler. Biz Zonguldak endemiğiyiz.
Orada büyümüşüz. Başka yerlerdekilerden farkımızın olması doğal. Zonguldaklı olmuş olmak, önce ekolojik, sosyolojik ve biyolojik bir gerçekliktir. Zonguldak sevgisi de buradan doğar. Daha sonra ilişki, yararlanmaya dönüşür. Bir yerin yararını sever insan.
Kavga DOKAP'la başladı
Devlet'te görev yaptığım yedinci yılda, 1976 Yılında ayrıldım. Oysa kısa sürede yükselmiş, Afşin-Elbistan Proje Yöneticisi olmuştum. Zonguldak'ta ilk defa un fabrikasını (Dokap Gıda) kurduk. 1976'da başladık, 19 ayda bitirdik. 1977–1978 de ciddi bir kavgaya, Dokap Yapı işine girdik.
O dönem Zonguldak'ta denizden kum alınıyordu. Denizden kum çakıl alınması yasaklanması, hem kaçakçılık açısından, hem deniz tahribatı açısından önemli bulunuyordu. Bu işe son vermek için İl Özel İdaresi'nin desteği, ricasıyla o işi yaptık. Dönemin Valisi Nevzat Ayaz'dı. Zonguldak'ta bizim kavgamız ilk o zaman başlar. Zonguldak'ta bu işi İstanbul'dan gelen tekneler yapıyordu… Vilayet kıyı emniyetini sağlamak ve doğa tahribatını önlemek için denizden kum alınmasını yasakladı. Kızılca kıyamet koptu tabi.
Ama Zonguldak Kıyıları kurtuldu.
Bu ilk kavgaydı..
Daha sonra da; Zonguldak'ta haklı kavgalardan hiç kaçmadık.
Danışma Meclisi yılları
Ben, Ankara'da, akademik çalışmalarımı da sürdürürken, bir gün bir telefon geldi. Askerler, ihtilalden sonra mecliste kurdukları ekonomik konseye beni de çağırdılar. Haftada bir gün diye başladık. Türkiye'nin yeni ekonomik düzenini oluşturmaya döndü çalışmalar. Daha sonra; Danışma Meclisi kurulurken, talebim olmadan, Danışma Meclisi Üyesi oldum. Plan ve Bütçe Komisyonu'nda idim. Esas benim Zonguldak'la ilgili etkin rolüm o dönem başladı. Zonguldak'ı yeniden tasarladık. Bayındırlık Bakanlığı ile 10 alternatifli plan hazırladık.
Temel sorun
Temel sorun, Zonguldak'ın ekonomik altyapısı idi. Kömür çöküyordu, bölgede alternatif üretime ve istihdama ihtiyaç vardı. Ama temel altyapı yoktu.
Bu yüzden Karayolu, denizyolu ve demiryolu ulaşımını ele aldık. Devrek-Zonguldak, Karabük-Devrek, Devrek-Çaycuma-Bartın, Ereğli-Devrek yolları planlandı. Başlanmışlar hızlandı. Mülkiyet altyapısı ile ilgili çalışmalar başladı. Kamu mülkiyetli işletmelerden özel mülkiyete dayalı sanayi-tarım gelişim stratejisi belirlendi. Zonguldak'ın sanayi, tarım yerleşme deseni yeniden planlandı.
İkinci adım
Zonguldak'ın sosyolojik altyapısı yoktu. İnsanlar maden işçiliğinden başka bir şey yapmamışlardı. Girişimci yoktu, müzik yoktu, folklor yoktu… Herkes kurtarıcı bekliyordu. Sivil inisiyatif yoktu.
TRT arşivlerinde 100'ü aşkın eser bulduk. (Zonguldak-Bartın-Karabük) Zonguldak kına gecelerinde güzel oyunlar vardır. Erkekler oynamaz ama kadınlar güzel oynar. Biz de o zamanki Kültür Bakanlığı'na görev verdirdik. Zonguldak'ın folklorunu araştıracak bir çalışma başladı. Dirgine'den Ereğli'ye tarama yapıldı. Folklor zenginliği ortaya çıkarıldı. Zonguldak'ın ilk kez folkloru oldu. Okullarda bu oyunlar oynandı.
Diğer yandan Zonguldak'ta girişimcilik konuları anlatılmaya, işlenmeye başlanıldı.
Kısaca; maden işçiliği bitiyordu, bölgeye sahip çıkacak, girişimci, özgüvenli, yeni bir bölge insanı gerekliydi. Zonguldak Madencisinin şerefli geçmişinden ve üreticiliğinden, girişimci, kendi göbeğini kendi kesen, bir Zonguldak insanı çıkarmalıydık.
Vakıf kuruluyor
Sosyolojik atılıma ihtiyaç vardı. Bu kamu desteğiyle olmazdı. Bir sivil toplum örgütü kurmak lazımdı. Zonguldak Vakfı'nı o yüzden kurduk. Bu vakıf, Zonguldak'ın ekonomik ve sosyolojik gelişiminin önünü açacak çabalarda bulundu. Vakıfta; Mehmet Tezer, Davut Fırıncı, Ruhi Cöbekoğlu, Mehmet Zeki Hacıkulaoğlu, Ünal Çakmaklı, Hüseyin Şeker gibi sivil toplum önderleri vardı. Erdal Şeker, Sait Yıldırmak gibi o zamanın genç idealistleri vardı. TTK, Sendika, Zonguldak Belediye Başkanları, Bartın, Karabük, Ereğli, herkes işin içindeydi.
1981–87 Yılları arasında Zonguldak'ta ilk defa, adı festival olan festivaller yaptık. Bir ay sürerdi. Zonguldak'ın ekonomisi tartışılırdı. Sosyolojik özellikleri tartışılırdı. Karabük, Bartın, Ereğli, Devrek, Çaycuma'sıyla herkes konvoylarla Zonguldak Merkeze gelirdi. Bir tek festival yapıyorduk. Şimdi her ilçenin bir festivali olmuş, bu yanlış. Biz, Zonguldak'ın ekonomik ve sosyolojik dokusunu ortaya çıkartmak ve birliğini güçlendirmek için festival yapıyorduk. Şimdi ki gibi konser için değil.
Ülke çapında, resim, hikâye yarışmaları yapardık. Kültürel, sanatsal tüm etkinlikler yapılırdı. Müzik vardı. Sadece şarkıcı-türkücü değil, operalar tiyatrolar gelirdi.
Merkez Bakacakkadı
Vakfın bir merkezi olsun istedik. Zonguldak'ın tam ortası olsun dedik. Haritayı önümüze koyduk. Pergelin ucunu Bakacakkadı'ya koyunca tam 70 kilometrelik bir mesafe Bartın, Karabük, Ereğli tüm ilçelerin merkez içine aldı. Ve bu merkezde Zonguldak'ın bir kültürel buluşma noktası planlandı. Vali İsmet Metin döneminde son bölümleri yapılan ve Özel İdare'ye işletmeye verilen100. Yıl Tesisleri'nin projesi bizim 1980'li yıllarda yaptığımız projedir. Buranın temeli 1982'de atılmıştı. Hem kamunun desteğini aldık, hem de Zonguldak'lı gerçek kişi ve kuruluşlar yatırımlarıyla katkıda bulundu. Bazılarının engellemelerine rağmen tamamlandı.
Biz 100. Yıl da sera da organik mesela tarımı daha o tarihte denedik. Minnacık sera bölgeye örnek oldu. Şimdi Bakacakkadı serayla doldu. Ancak; bölgede doğal üretim, organik tarım güçlendirilmeli. Bizim hala elmalarımız ağaçlarında çürüyor. Bu yüzden organik depolama ve pazarlama şirketlerine acilen ihtiyaç var.
Üçe bölündük
70 kilometre çapında bir il, sonra üçe parçalandı. Türkiye'de kendinden üç il çıkan başka bir il yok.
Kaderleri aynı, aynı ırmağın kenarında, aynı havzayı üçe bölmek hiç kimsenin hayrına olmamıştır. Problemler yerinde durmaktadır. Bölünmeyle problem çözülmez. Problem ancak tespitle, teşhisle, doğru strateji ile çözülür. Bu bölünmeden, ne bölen ne de bölünen fayda görmedi. Bölünmeden ders alamayanlar, tek festival varken, her ilçede bir festival yaptılar. Bir kentin bir kimliği olur. 50 tane kimliği olmaz. Çok güçlü olursun da hepsini yaşatırsın.
Filyos Vadisi projesi
Filyos Vadisi, Batı Karadeniz'in tek vadisidir. Çarşamba Ovası'ndan sonra böyle bir vadi yok. Bu vadinin arkası Ankara'ya uzanır. Yenice Yolu, Bartın Yolu, Zonguldak Yolu benim Plan Bütçe Komisyonu Başkanlığım döneminde kavga, gürültüyle yapıldı. Amaç, Kardemir ile Erdemir'i birbirine bağlamak. Yassı mamul ile yuvarlak mamulü buraya taşıyıp, buluşturmaktı.
Filyos'a bir liman yapmak amacındaydık.
Filyos Projesi, Türkiye için önemli ve doğru bir projedir. İç Anadolu Ticaretini, Ankara'yı denize açacak bir projedir. Köstence'yle bağ kurarak, Anadolu'yu Avrupa'ya bağlayacak bir projedir.
Filyos Projesi'ni biz yaptık
Bir sürü sektörde proje yapmış biri olarak, bu planlamayı bizler yaptık. Filyos Vadisi Projesi aslında 100. Yıl Vakfı'nın ürünüdür.
Eninde, sonunda, bu proje hayata geçecek. Ama vadiyi elden kaçırmazsak.
Bu vadinin ucuna bir liman yapacaksın, demiryolunu ya hızlandıracak, ya da çift hat koyacaksın. Karayolu ağını tamamlayacaksın. Vadiyi tümüyle imarlayacaksın.
Ereğli-Devrek arasında ortasında demiryolu olan bir karayolu olacaktı. Şimdi karayolu yapılıyor. Ama projede ortada demiryolu vardı.
Filyos Vadisi Projesi, değil Zonguldak'ın, İç Batı Anadolu'nun projesidir. 25 yıl önceki düşüncelerin yeniden gözden geçirilmesi gerekir. Bu Vadi'nin kaybolmaması için Filyos, Saltukova, Çaycuma, Bakacakkadı, Gökçebey, Devrek'in mücavir sahalarını birleştirip bir imar planı yapmaları gerekiyor. Yol açıldı, etrafı hemen evlerle doldu. Tünel gibi oldu. Vadi, yanlış yerleşme ile elden gidiyor.
Zonguldak'ın tümü bu vadiye muhtaçtır. Ereğli'nin büyüyebileceği bir yer yok.
Filyos Vadisi 1980'li yıllardan beri Türkiye'nin gündemindedir. Projelendirdik, tartıştık. Yollarının yapımına daha o zaman başladık.
Zonguldak'ın ekonomik altyapısının somutu budur. Hala başka bir yerleşme deseni alternatifi yoktur. Kömür, demir-çelik teknolojisi, Zonguldak'taki haliyle 25 yıl önceden ömrünü doldurdu.
Kömürden vazgeçmeyelim ama artık kömür sübvansiyonla, zararla ite kaka 10 bin kişilik istihdam sağlıyor. TTK'da iş bulanlarla bulamayanlar arasında ciddi bir sıkıntı doğmaya başladı. TTK, Zonguldak'ı kurtarıcı olmaktan çıktı.
‘Zonguldaklılık üst kimliğimiz’...
Zonguldak demek, Merkez İlçe demek değil. Tüm ilçeleriyle bir bütün Zonguldak. Zonguldaklılık ise bizim üst kimliğimizdir. Alt kimliğimiz Devreklidir, Çaycumalıdır, Ereğlilidir. Çünkü bir köyün ya da kasabanın tek başına bir problem çözme vasfı yoktur. Ne kadar çok bütünleştirirsen, sorunu o kadar azaltırsın ve çözersin.
Önce politika, sonra politikacı seçelim
Her zaman tüm politikacıların Zonguldak'a faydası olmuştur. Az çok, doğru yanlış olmuştur. Geçmişte de, bu günde çok değerli iyi niyetli politikacılar geldi, geçti. Doğru olan şudur. Önce; bölgenin bir temel politikası olur, ekonomik, sosyolojik politikaları olur, sonra bölge insanı bunu benimser, buna göre, buna destek olacak politikacılar seçer. İşte ancak o zaman, politikacıları değerlendirebiliriz, iyi yada kötü diyebiliriz. Kısaca; bir bölgenin ekonomik, sosyal, kültürel temel politikaları yoksa ve seçmenleri bunu benimsememişse, orada ne yapacağını bilen verimli politikacı seçilemez. Bölgenin bir temel politikası oluşmamışsa politikacı kendi başına hizmet ediyor. Hastane işlerini çözüyor, postane işlerini çözüyor.
Bir bölgenin projesi yoksa öne adam katmanın da bir anlamı yoktur. Zonguldak kendine acilen, çoğunluğun üzerinde uzlaştığı projeler üretmek zorundadır. Ondan sonra, bu işi sen yaparsın diye adam seçmek ve parti seçmek kolaylaşır. Projesi olmayan bölge insanının, bir proje etrafında birleştiremediğiniz insanların, doğru siyasi tercihleri de olamaz. Çok iyi insanlar seçseniz de, kişi ne yapacağını bilmediği için sorun çözülmez. Bir bölgenin ihtiyaçları, dört-beş yılda bir değişmez. Süreklidir. Onun için önce politika, sonra politikacı seçelim.
Bugünlerin temel sebepleri
Birinci sebep: Zonguldak'ta ekonomik çöküşün nedeni, sadece TTK'nın gerilemesi değildir. Kömürün, dünyada enerji sektörü içindeki nispi öneminin kaybolması, esas sebeptir.
Bizim pahalı maliyetlerimiz işi sadece dramatik hale getirdi. Yoksa kömüre dayalı Zonguldak yürümezdi.
İkinci sebep: Bu tehlike görüldüğü andan itibaren alternatif gelişme yolları ve alternatif stratejileri biz 1980'li yıllarda oluşturduk. Bölge insanı uyarıldı. Ama bu devam ettirilemedi. Bölge insanı ayağa kaldırılamadı. Çözüm üçe bölünmekte arandı.
Birlikte söylemeyi bilmeliyiz
Büyük bir orkestra oluşturamadık. Çözüm için aynı besteyi, aynı şarkıyı yüksek sesle söylemek zorundayız. Verimli bir ekonomi istemeliyiz. Zonguldak'ın yaşanabilecek bir yer haline getirilmesini istemeliyiz. Dansı, folkloru istemeliyiz. Zonguldak orkestrasını teşekkül ettirmezseniz, güçlü, geçerli, kabiliyetleri ve niyetleri toplayamazsan bölgede hedef oluşmaz. Resmi inisiyatif, sivil inisiyatifi boğmuştur. Tek sıkıntımız budur. Kafalarımızı da resmi inisiyatif satın almıştır. O yüzden girişimcimiz, şarkıcımız, Türkücümüz yoktur. Onun için gazetecimiz kendi içinde dövüşür. Hepimizin bir özelliği var. Ama biz özelliklerimizi bir orkestraya değil, kör dövüşüne dönüştürme meraklısıyız. Ve giderek bu itiş kakış sevgisizliği, sevgisizlikte verimsizliği getiriyor. İtip kakarken enerjimizi kaybediyoruz. Oysa bu enerji bize başka hedeflerde lazımdır. Politikacının ulaşabildiği yerde, yani Ankara'da Zonguldak'ı kurtaracak imkân yok şimdi. Devlet küçüldü. Zonguldak'ta siyasi talepten başka talepler de olmalıydı şimdiye kadar. Zonguldak'ta tek belirlenme noktası, politikacı oldu. Tek istenen politikacı olmak oldu.
Eskiden okumayan iş bulur, okuyan geri dönerdi
Eskiden her Zonguldaklı talebenin hedefi şuydu: Okuyacağım, EKİ'ye gireceğim, bir lojman alacağım, bir de şehirden kız alacağım. EKİ tek hedefti. Okusan da, okumasan da EKİ'ye gireceksin. Eskiden, Zonguldaklının okumayanı işçi, şanslı okuyanları da döner EKİ'de mühendis, memur olurdu. Ama Zonguldaklı, Zonguldak'ta kalırdı. Bugün durum daha vahim. Zonguldaklı dışarıya göçüyor. Bütün Türkiye'ye işveren Zonguldak, kendi evlatlarını gurbetçi yaptı. Okuyanlarda hiç geri dönmüyor.
Çözüm; son 25–30 yıldır yapamadığımızda… Girişimde, yatırımda. İster sanayide, ister tarlada, ister hizmette… Zonguldaklı girişimci olacak, bölgesine sahip çıkacak. Bu yüzden; bizim insanlarımız kendi girişimcilerini de alkışlamayı bilmeli artık. Engel, çengel olmayı değil, destek olmayı öğrenmeli artık.
Karamsar değilim
Ben karamsar değilim. Çünkü o çözüm değil. Zonguldak'ın gecikmiş olma gibi bir kaybı var. Hala bu şehir Türkiye'nin en şanslı şehridir. Üretim, doğa, kültür. En mühimi Türkiye'nin en iyi niyetli, en temiz insanları burada. Ekonomik çözüm için; Zonguldak para kazanılır bir yer haline getirilmelidir. Mesela TTK para kazanamıyor, zarar ediyor. Zonguldak'taki sanayiciler para kazanamıyor. Çoğumuz, Beyazıt'ta dilenip, Sultanahmet'te sadaka veriyoruz. Dışarıda satıp kazanıp, Zonguldak'ta yatırım yapıyoruz. İşletmeler karlı olmalıdır. Daha da büyümelidir.
Zonguldak'ta verimli işletmeciliğin şartlarını oluşturmalıyız. Bir bölge kendi girişimcisini takdir etmezse, yatırım olur mu? Kendi sanatçısını alkışlamazsa o bölgede sanatçı olur mu? Kendi takdir ve taltif sistemimizi oluşturmalıyız.
Yaşanılır kent
Zonguldak'ı para kazanılır ve yaşanılır bir yer haline getirmemiz gerekiyor. O zaman sorunlar çözülmeye başlar. Zonguldak yaşanılır olduğunda, okumuş insanlar geriye dönerler. Bir tek yerel şarkıcımız yok. Bir tek Zonguldak yemeği yapan lokantamız yok. Kendi ayağına çelme takan şehirdir Zonguldak… Önce kendi girişimcine sahip çık. Onların itibarını görünce diğerleri de gelir. Gelenler de; "burada bana değer verilir" derler. Koşarak gelirler.
Evin tosununu öküz yapmalıyız
Kendi adamını büyütmeyen yer olur mu? Bizim köylerde bir laf vardır. 'Evin tosunu öküz olmaz' derler. Bölgenin insanını adam yerine koymazlar. Onu büyütmezler. Keserler bir yerde. Öküz dışarıdan gelecek illa.. Biz tosunlardan öküz yapmayı öğrenmek zorundayız. Başka çare yok. Başka öküzler gelip başka şeyler yapıyor ondan sonra.
"Benim" diyebilmeliyiz
Zonguldak'ta biri çıkıp, kendi sanayicisine madalya mı verdi bugüne kadar?
Dışarıdan adam çağıralım, ama önce buradakilere dönüp bakalım. Bak orada Çanakçı, Hacıkulaoğlu, Yurtbay, İrfan Erdem, Beytom duruyor. Bak onların derdi ne önce.
Dışarıdan gelene kırmızı halı serilsin ama buradakine de sahip çıkılsın. Burada kömür çıkarana kaçakçı diyorsun, düzenle çalışma şartlarını, imkan ver, kaçırmasın.
Bir şehir kendi futbolcusuna, şarkıcısına, gazetecisine, işadamına yapmamalı bunu.
"Benim ayakkabım", "benim elbisem" diyebilen insan, "benim futbolcum", "benim işadamım", "benim gazetecim", "benim şarkıcım" diyebilmeli.
Bu aidiyet altyapısının eksiğinden kaynaklanıyor.
Zonguldaklılık kimliği yok
Zonguldak'ta babasının doğduğu vilayetle kimlik arayan insan, Zonguldaklılığı bulamadığı için arıyor. Orada bir Zonguldaklılık kimliği oluşmuş olsa, herkes ben Zonguldaklıyım der. Bu kusur gene bizim.
Zonguldaklılık kimliği yok. Olmayan kimlik kullanılmaz.
Zonguldak'ta biri çıkıp, kendi sanayicisine madalya mı verdi bugüne kadar?
Dışarıdan adam çağıralım, ama önce buradakilere dönüp bakalım. Bak orada Çanakçı, Hacıkulaoğlu, Yurtbay, İrfan Erdem, Beytom duruyor. Bak onların derdi ne önce.
Dışarıdan gelene kırmızı halı serilsin ama buradakine de sahip çıkılsın. Burada kömür çıkarana kaçakçı diyorsun, düzenle çalışma şartlarını, imkan ver, kaçırmasın.
Bir şehir kendi futbolcusuna, şarkıcısına, gazetecisine, işadamına yapmamalı bunu.
"Benim ayakkabım", "benim elbisem" diyebilen insan, "benim futbolcum", "benim işadamım", "benim gazetecim", "benim şarkıcım" diyebilmeli.
Bu aidiyet altyapısının eksiğinden kaynaklanıyor.
Zonguldaklılık kimliği yok
Zonguldak'ta babasının doğduğu vilayetle kimlik arayan insan, Zonguldaklılığı bulamadığı için arıyor. Orada bir Zonguldaklılık kimliği oluşmuş olsa, herkes ben Zonguldaklıyım der. Bu kusur gene bizim.
Zonguldaklılık kimliği yok. Olmayan kimlik kullanılmaz.
Beni şöven lider olarak görüyorlar
Beni Zonguldak'ta bazıları şoven bir lider olarak görüyorlar. Hiçbir zaman da böyle bir iddiam olmamıştır benim. Benim bütün arkadaşlarım, oralı-buralıdır. Değil Türkiye'de dünyada bir sürü dostum var benim. Ben Zonguldak'ta birilerine karşı olmadım, sadece Zonguldak üst kimliğimin savaşını verdim ömrüm boyunca. Vermeye de devam edeceğim. Çünkü Zonguldaklılık kimliğini geliştirirsek hiç kimse başka kimlik aramaz, tüm şehir birlik olur o zaman. Ortak amaçların, ortak yararların insanı oluruz.
Ama öncelikli sorumluluk, bizim gibi bu kentle doğal bağları olan insanlarındır. Bu işi önce biz başlatmalıyız.
Tek başına olan hiçbir şey yaşamaz hiçbir yerde. Neden bir tek meşe ağacı yok bir yerde de meşe ormanı var. Çünkü onlar birbirini besliyor, koruyorlar. Doğanın koloni anlayışını, sosyolojik olarak gerçekleştireceğiz.
Sivil inisiyatif bilinci lâzım
Zonguldak'a lider değil, sivil inisiyatif bilinci lâzım. O bilinç, liderini kendisi çıkartır. Liderlik için itişip kakışmadan önce; ortak yararlarda birleşmeliyiz. Hayvanlar bile böle yapıyor. Önce birleşip avlanıyor, sonra rekabet ediyorlar.
Bu doğanın kurallarını değiştiremezsiniz. Beraber yaşama bir gerekliliktir. Zonguldaklılık üst bilinci gereklidir. Zonguldaklılık üst bilincinin oluşmasında da ilk lazım olan, "ben Zonguldaklıyım" diyebilmektir. Önce Zonguldaklı olalım. Onun gereklerini yerine getirelim, sonra en iyimizi seçeriz.
Haydi Zonguldak
Her millet tehlike anında birleşiyor. Birlikte el ele harbe gidiyor. Tehlike çanları çalıyor. Artık Zonguldak şarkısını, koro halinde söylemek zorundayız. Forza İtalya, haydi İtalya diye bağırıyorlar İtalyanlar. Biz de artık "Haydi Zonguldak" diyebilmeliyiz.
Zonguldak'ta, okullarda bile, bunları belletmek gereklidir. Çocuklara Zonguldak eğitimi verilmelidir. Zonguldaklılık bilinci geliştirilmelidir. Bıkmadan tekrar edeceğiz.
Tüm dernekler bu işte görevli olmalı. Belediyelerin asli görevidir. İl Özel İdaresi'nin, yol yaptım, boru döşedimin ötesinde, bir kültür politikası olmalı. Ben bunu iş edindim demeli.Biz yılmayız
Bütün bunları söylerken, insana çok alakasız, ilgisiz yakıştırmalarda da bulunabilirler. Bir kültür ortaklığı, davranış ortaklığı için bir vakıf kuruyor, bir merkez yapıyorsunuz, "kendine yapıyor, sonra el koyacak" diyorlar.
Ben 100. Yıl'a el koyacak olsam, gider orayı kendi işletmem yapardım, en başında kendime yapardım.
Bunlar nasıl akıllardır, anlamayız.
Anlamayız ama biz yılmayız.
Vali İsmet Metin, gel burayı işlet dedi. Ben Zonguldak'tan hiç iş almıyorum ki orayı işleteyim. Zonguldak'tan bir şey almadan Zonguldak'a vermeyi göstermeye çalışıyorum.
"Rol modeli" olmaya çalışıyorum.
Hep sevdim, hep seveceğim
Ben Zonguldak'ta gösterdiğim çabanın karşılığını alıyorum ve her türlü güzel ilgiyi görüyorum.
Dostum çok, anlayanım çok. Bu yüzden Zonguldak'a hiç kırgınlığım olmadı. İnsan doğuranına, var edenine kırılır mı? Benim varlık sebebim bu topraklar, bu insanlar. Onları hep sevdim, hep seveceğim.
Beni Zonguldak'ta bazıları şoven bir lider olarak görüyorlar. Hiçbir zaman da böyle bir iddiam olmamıştır benim. Benim bütün arkadaşlarım, oralı-buralıdır. Değil Türkiye'de dünyada bir sürü dostum var benim. Ben Zonguldak'ta birilerine karşı olmadım, sadece Zonguldak üst kimliğimin savaşını verdim ömrüm boyunca. Vermeye de devam edeceğim. Çünkü Zonguldaklılık kimliğini geliştirirsek hiç kimse başka kimlik aramaz, tüm şehir birlik olur o zaman. Ortak amaçların, ortak yararların insanı oluruz.
Ama öncelikli sorumluluk, bizim gibi bu kentle doğal bağları olan insanlarındır. Bu işi önce biz başlatmalıyız.
Tek başına olan hiçbir şey yaşamaz hiçbir yerde. Neden bir tek meşe ağacı yok bir yerde de meşe ormanı var. Çünkü onlar birbirini besliyor, koruyorlar. Doğanın koloni anlayışını, sosyolojik olarak gerçekleştireceğiz.
Sivil inisiyatif bilinci lâzım
Zonguldak'a lider değil, sivil inisiyatif bilinci lâzım. O bilinç, liderini kendisi çıkartır. Liderlik için itişip kakışmadan önce; ortak yararlarda birleşmeliyiz. Hayvanlar bile böle yapıyor. Önce birleşip avlanıyor, sonra rekabet ediyorlar.
Bu doğanın kurallarını değiştiremezsiniz. Beraber yaşama bir gerekliliktir. Zonguldaklılık üst bilinci gereklidir. Zonguldaklılık üst bilincinin oluşmasında da ilk lazım olan, "ben Zonguldaklıyım" diyebilmektir. Önce Zonguldaklı olalım. Onun gereklerini yerine getirelim, sonra en iyimizi seçeriz.
Haydi Zonguldak
Her millet tehlike anında birleşiyor. Birlikte el ele harbe gidiyor. Tehlike çanları çalıyor. Artık Zonguldak şarkısını, koro halinde söylemek zorundayız. Forza İtalya, haydi İtalya diye bağırıyorlar İtalyanlar. Biz de artık "Haydi Zonguldak" diyebilmeliyiz.
Zonguldak'ta, okullarda bile, bunları belletmek gereklidir. Çocuklara Zonguldak eğitimi verilmelidir. Zonguldaklılık bilinci geliştirilmelidir. Bıkmadan tekrar edeceğiz.
Tüm dernekler bu işte görevli olmalı. Belediyelerin asli görevidir. İl Özel İdaresi'nin, yol yaptım, boru döşedimin ötesinde, bir kültür politikası olmalı. Ben bunu iş edindim demeli.Biz yılmayız
Bütün bunları söylerken, insana çok alakasız, ilgisiz yakıştırmalarda da bulunabilirler. Bir kültür ortaklığı, davranış ortaklığı için bir vakıf kuruyor, bir merkez yapıyorsunuz, "kendine yapıyor, sonra el koyacak" diyorlar.
Ben 100. Yıl'a el koyacak olsam, gider orayı kendi işletmem yapardım, en başında kendime yapardım.
Bunlar nasıl akıllardır, anlamayız.
Anlamayız ama biz yılmayız.
Vali İsmet Metin, gel burayı işlet dedi. Ben Zonguldak'tan hiç iş almıyorum ki orayı işleteyim. Zonguldak'tan bir şey almadan Zonguldak'a vermeyi göstermeye çalışıyorum.
"Rol modeli" olmaya çalışıyorum.
Hep sevdim, hep seveceğim
Ben Zonguldak'ta gösterdiğim çabanın karşılığını alıyorum ve her türlü güzel ilgiyi görüyorum.
Dostum çok, anlayanım çok. Bu yüzden Zonguldak'a hiç kırgınlığım olmadı. İnsan doğuranına, var edenine kırılır mı? Benim varlık sebebim bu topraklar, bu insanlar. Onları hep sevdim, hep seveceğim.