Gelecek Nasıl Gelecek


GELECEK NASIL GELECEK
YENİ DÜNYA DÜZENİ NASIL KURULACAK?

Bazı çevreler; Corona Virüs yüzünden, artık dünyada hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı, yeni bir dünya düzeni kurulacağını söylüyor.
Dünyanın geleceği kolaycı ve basit bir yaklaşımla bir virüse ihale ediliyor. Ama bir virüs etkisiyle yeni ve doğru bir dünya düzeni kurulmasını beklemek virüsten daha tehlikeli bir hastalıktır. Akla ve bilime uygun bir yaklaşım değildir. Daha keskin bir dille bir akıl tutulmasıdır.
Açıklamaya çalışalım…
Bilim, yaşamı;
-       Bir döngü içinde akışan
-       Sürekli değişen
-       Birbirini karşılıklı etkileyen
-       Zamanda ve mekanda değişik düzeyde örgütlenebilen
-       Yüksek karmaşıklıkta
-       Geri bildirimsel özellikte

SONSUZ SAYIDA BİLEŞENDEN OLUŞAN BİR DÖNGÜ olarak tanımlanmaktadır.
Gelecek ise; dün ve bugünle birlikte tek bir zaman parçasıdır. Yaşamın içinde ve yaşam döngüsüne dahil bir olgudur.
Bu yüzden gelecek de; yaşam sistemi içinde, yüksek karmaşıklıkta, döngüsel, geri bildirimsel ve kendi kendini değiştiren ve örgütleyen bir yaşam sistemidir. Yani gelecek; yaşam döngüsünün içindedir ve yaşama ilişkin bir tahmindir.
Yaşamın ve yaşamın içinde geleceğin evrimi ise sadece virüslere değil, sonsuz değişkene bağlıdır.
Sadece virüsün, yaşamı ve dünyayı değiştirmesini beklemek anlamsız bir bekleyiştir.
O HALDE; YAŞAMI, YAŞAMIN İÇİNDE GELECEĞİ VE GELECEKTEKİ DÜNYAYI ETKİLEYEN NEDİR?
Yaşamı, onun içinde geleceği ve gelecekteki dünyayı birincil olarak etkileyen şey düşüncedir.
Esasen yaşamın evrimi ile düşüncenin evrimi karşılıklı birbirlerini etkileyerek birlikte oluşmuşlardır. Yaşam ve düşünce aslında tek bir gerçekliktir.
Gelecekte ne olacak, gelecekte dünya nasıl olacak diye sorarken önce insanlığın düşünce düzeyinin nasıl evrileceğini, nereden nereye sıçrayacağını bilmek gerekmektedir.
Bu yüzden düşüncenin evrimi ve safhalarını kısaca gözden geçirmek ve bizi geleceğe götürecek düşünce sistemi üzerinde düşünmek gerekmektedir.
Düşünce; insanın yaşam mücadelesi süresinde evrildi.[1]
Nasıl insan organizması, karada yer değiştirirken bacaklarını; nesnelerce yansıtılan ışınları süzebilmek için gözlerini evrilerek kazanmışsa, düşünce de gökten inmedi.
İnsan organizması evrilirken düşünce de onunla birlikte evrildi. Algılar kavramları, kavramlar dili, dil hafızayı, hafıza akıl yürütmeyi ve bunların hepsi birden ve bir çevrim içinde kendi kendini örgütleyen, değiştiren ve yöneten düşünce sistemini Homo Habilis’ten bu yana 2 milyon yıllık bir evrim sürecinde oluşturdu.
Düşüncenin primitif hallerini ihmal edersek, kanımızca bilimsel düşünce evreleri de aşağıdaki süreçlerde oluşmuştur.
Düşüncenin ilk evresi “lineer- çizgisel” düşüncedir. Bu evrede; her sonuç tek sebebe bağlanır. Biz buna ”evet-hayır” evresi de diyoruz. Oysa doğada ve onun simülasyonu olan toplumda karşılaştığımız tüm olgular lineer değildir. Her şey evet-hayır basitliğinde izah edilemez.
Düşüncenin ikinci evresi; her şeyi parça parça ele alan, dünyayı parçaların birleşmesinin bütünü olarak ele alan “Kartezyen” düşünce evresidir. Buradaki düşünce sistemi; çözümlemeleri indirgeyerek yapar, doğrularını bir yüzeye yerleştirmiştir. Yüzey geometri, yani Kartezyen geometri bu evrenin geometrisidir. Felsefede Descartes, fizikte Newton bu düşünce sistemiyle ürün vermiş bilim adamlarıdır. Bu düşünce sisteminin teknolojisi ile uçaklar, otomobiller ve parçaların birleştirilmesiyle üretilen diğer tüm mekanik sistemler oluşturulmuştur. Bu yüzden bu evreye “mekanik düşünce” evresi de denilebiliyor.
Bu düşünce evresinin dayandığı temel değerler ve oluşturduğu paradigmalar; rekabet, niceliklere önem verme ve çizgisel hiyerarşidir.
Düşüncenin üçüncü ve bugünlerde yaygınlaşmaya başlayan evresi ise “holistik – bütüncül” düşünce evresidir. Bu evrede parçalar yoktur, bütün vardır… Çizgi yoktur, “ağ” vardır. Ve her şey birbirine bağlıdır. Bu düşünce sisteminde; hiçbir sonucun tek bir sebebi yoktur. Bu evrenin geometrisi uzaysaldır. Temel değerleri ise (Kartezyen düşünceyle kıyasla) rekabet yerine işbirliği, nicelik yerine nitelik, hiyerarşik egemenlik yerine ağsal ortaklıktır. Lineer ve Kartezyen düşünce sistemi bugün ki kapitalist ekonominin düşünce yapısı iken, holistik düşünce sistemi, yarınki ekolojik ekonominin ve yeni dünyanın düşünce yapısı olacaktır.
Bizi geleceğe taşıyacak olan; geleceği kavramamızı ve tasarlamamızı sağlayacak olan düşünce evresi işte bu üçüncü evredir. Bu holistik düşünce evresine sıçramazsak bireysel ve toplumsal olarak geleceğe sağlıklı uzanmamız ve dünyayı değiştirmemiz mümkün olmayacaktır.
Çünkü; Kartezyen ve mekanik düşünce sisteminin doğal ve sosyal yaşamı zedeleyen paradigmaları yani Kartezyen kapitalizm artık terk edilmek zorundadır. Çünkü; dünyanın doğal ve sosyal yaşamı Kartezyen Kapitalizmin bu paradigma yanlışlarıyla kendini sürdürememektedir.
Kartezyen kapitalist sistemin yanlış teknolojilerine dayalı ekonomik üretim ve tüketim süreçleri ile dünyanın doğal sistemi barışık değildir. Dünyanın ne havası, ne suyu,  ne de toprağı artık bu yanlış ekonomik sistemi taşıyamamaktadır. Bu düzen sürdürülebilir değildir.
Yine Kartezyen Kapitalist sistemin kendine dönük ve sadece niceliklerle uğraşan, niteliği ve ötekini unutmuş bireyi; dünyada başta gelir bölüşümü olmak üzere sağlık bölüşümünü, eğitim bölüşümünü ve besin bölüşümünü alt üst etmiştir. Bu yanlış paradigmalarla zehirlenmiş birey, katlanılabilir, bu düzen de sürdürülebilir değildir.
Bütün bu katlanılamazlıklar ve sürdürülemezlikler nedeniyle; kartezyen kapitalist paradigmalar yerine gelecekte dünyayı değiştirmek için holistik paradigmalar ve düşünce değerleri gecikmeden oluşturulmalıdır.
Yani;
§  Rekabet yerine işbirliğini,
§  Nicelik yerine niteliği,
§  Hiyerarşi yerine ağsal ortaklığı,
§  Kapitalist ekonomi yerine ekolojik ekonomiyi öne alan yeni bir holistik gelecek tasarlanmalıdır.
HOLİSTİK GELECEĞİ VE YENİ DÜNYA DÜZENİNİ ANCAK AŞAĞIDAKİ YAKLAŞIMLARLA ETKİLEYEREK VE TASARLAYARAK OLUŞTURABİLİRİZ.
1 – Kartezyen değil, holistik düşünceye; parçalara değil, döngülere önem vermeliyiz.
Çünkü, artık parçacı Kartezyen Kapitalist düşünce ile ne doğal ne de sosyal ekosistemlerle bağ kurulamaz, ilişki sürdürülemez. Artık, mucize kavram “döngü”dür. Evrensel ifadesiyle “CYCLE”dır. Dünyanın sırrı, bu döngüdedir. Çünkü, gerçek bütüncüldür, döngüseldir, tek sebepten oluşmamıştır, bunları bilip, sonuçları tek sebeple izah eden hiçbir kimseye bu arada Corona virüs yoluyla değişime inanamayız.
  2 – Ezberlemeyip öğrenmeliyiz.
Öğrendiklerinizle sorun çözüp, sorun çözdükçe öğrenmeliyiz.Böylece bir öğrenme döngümüz oluşacak. Zorlamadan sürekli öğrenebileceğiz.Aksi taktirde ezberleyerek gelecek tasarlayamayız.
  3 – İstikrar ölüdür, onu aramalı, kaosta yaşamayı öğrenmeliyiz.
Kartezyen kapitalist sistem istikrara, diğer deyişle dengeye ulaşmaya çalışır. Oysa denge ölüdür. Holistik sistemin kaosu dinamiktir ve rasgele gözüken olayların birbirine bağlılığını gözetir. Yaşam kaosun eşiğinde, sonsuz çeşitlilikte ve sürekli bir değişim döngüsü içinde sürüp gitmektedir. Çeşitlilikten korkmamalıyız, unutmayalım ki; “mükemmellik çeşitliliğin en yüksek düzeydeki optimizasyonudur.” Bu gerçekler ortada iken olmayan istikrarı aramak boşunadır.
  4 – Rekabetin yanı sıra işbirliğini öğrenmeliyiz.
Kartezyen Kapitalist düşünce sadece insanları birbirinden koparan rekabeti yüceltmiş, ama doğadaki çoğalmanın ve verimliliğin temeli olan işbirliğini yok saymıştır. Bireyin kendini ifade ve ispat ettiği rekabetin yanına sinerjiyi doğuran işbirliğini birey ve toplum geleceğinin ortasına yerleştirmeliyiz.
5 – Liderliği unutup, ağsal ortaklığı öğrenmeliyiz
Yaşamın temel sisteminin ağsal ortalıklar olduğu açık seçik ortada iken, bireyi bu ağın dışında sakat bir konuma iten liderlik paradigması eşitler arası işbirliği kimliği ile yer değiştirmelidir.
6 – Nicelikler kadar niteliğe önem vermeliyiz.
Kartezyen düşüncenin mekanik insanı kendini sayısal mülkiyete hapsetmiş, yaşam ortaklarıyla duygusal bağlarını koparmıştır. O artık sadece bir tüketim aygıtıdır. Lugatındaki en önemli kelime ‘maksimum’dur. İsraf onun hayat arkadaşıdır. İşte bu insan tipi doğal ve sosyal hayatın zararlısıdır. Bu zararlı tip, nicelikten niteliğe doğru değişirse, kendisi, çevresi ve tüm ekosistem sürdürülebilirliğe destek olan bir ortak kazanacaktır.
  7 – Maksimalizmi bırakmalıyız ve paylaşmalıyız. . .
Bugün dünyanın zengin ülkelerinde yaşayan insanlar dünya nüfusunun yüzde 20’sini oluşturmakla ve dünya gelirinin yüzde 85’ini almaktadırlar. Dünya nüfusunun yüzde 80’i ise dünya gelirinin geri kalan yüzde 15’ini paylaşıyor. Bu haksızlık, bir doğal hak edilmişlik değil, yetenekle yeteneksizlik, çalışkanlıkla tembellik arasındaki fark değil, tamamen global spekülasyonların ve legalize edilmiş soygunların doğurduğu bir farktır. Biz de bu haksızlığın bir parçası olmayıp, adil olup, paylaşmalıyız.
8 – Demografik sorumluluğunuzu unutmayıp, ikiyi aşmamalıyız.
İsa’nın doğduğu yılda dünya nüfusunun 30 milyon olduğu tahmin ediliyor. Bundan 70 yıl önce, yani İsa’dan 1950 yıl sonra dünyanın nüfusu 3 milyardı. Bugün dünyanın nüfusu 7 miyar. Yani, dünyanın nüfusu son 70 yılda geçmişin 1950 yılına eşit sayıda arttı. Diğer bir deyişle, son 70 yılda ikiye katlandı. Şu günlerde her iki dakikada bir doğum, her dört dakikada bir ölüm oluyor. Böyle giderse önümüzdeki 50 yılda dünya nüfusu tekrar ikiye katlanacak. Çok açık ki, bu dünya bu nüfusu taşımayacak. Onun için herkes ancak kendi yerine 1 kişiyi dünyaya getirme hakkına sahiptir. Her aile iki çocuğu aşmamalıdır. Böylece zaten çok olan dünya nüfusu bugünkü noktada ancak sabitlenir.

9 – Ekolojik okur, yazar ve ‘yapar’ olup, ekolojik teknolojiler ve ürünler kullanmalıyız; organik beslenmeliyiz.
Geçmişin Kartezyen Kapitalist kültürü, doğası gereği karşıtlıkları besleyerek, insanları bazen kollektivist-kapitalist, bazen siyah-beyaz veya başka parçalara ayırdı. Bugün artık silkinip holistik düşünce yaklaşımlarıyla, insanları parçalara ayırmadan, bütüncül bir yaklaşımla, doğa ile insan ve insan ile insan arasındaki ilişkileri ekolojik bir temele oturtmaya çalışmalıyız.
Biz de ekolojist olup, muhtaç olduğumuz doğal ve sosyal dünya sürdürülebilirliğini desteklemeliyiz. Sadece ekolojik okur yazarlıkla ekolojik bilince ulaşmakla kalmayıp ekolojik yaşayıp ve yaptıklarınızı ekolojik kurallara uygun yapmalıyız.
Bugün yaşamımıza, insanlık tarihinin sadece 150 yılında ortaya çıkan kartezyen kapitalist teknolojiler hakimdir. Bunların çoğu, özellikle enerji, ulaşım ve gıda teknolojileri tüm ekolojik sistemi, dolayısıyla da dünyayı tehdit etmektedir. Bu teknolojik tehdit, ortadan kaldırılmalı, zararlı teknolojiler ve onlardan üreyen inorganik ürünler terk edilmelidir.
Özellikle tohumdan toprağa, topraktan sofraya, beslenme sistemimizi işgal etmiş olan zararlı teknolojiler ve onların ürünleriyle mücadele etmeliyiz. Zararlı kimyevi gübrelerle, zirai mücadele ilaçları ile, raf ömrünü uzatan ama sizin ömrünüzü kısaltan muhafaza edici kimyasallarla mücadele edip, onlardan uzak durmalıyız.
10 – Bugün ki sakat kapitalist ekonomiden, ekolojik ekonomiye geçişi benimsemeliyiz.
Bugünkü ekonomik düzen, dünyanın doğal sistemleriyle çatışma halindedir. Ormanlar azalmakta, balık yatakları yok olmakta, meralar bozulmakta, topraklar tahrip olmakta, taban suyu seviyeleri azalmakta, atmosferde karbondioksit düzeyi yükselmekte ve bu sera etkisiyle küresel ısınmayı doğurmaktadır. Bütün bu sonuçlar, doğanın ekonomiye verebileceği doğal verimin ötesindeki ekonomik kullanımlardan doğmaktadır.
Bugünlerde, sentetik çatışmalar nedeniyle ortaya çıkan vekalet savaşları herkese sondan bir evvelki uyarılardır. Ekonomi dünyanın doğal sermayesini, dünyanın verebileceğinden daha fazla zorlarsa, ekonomik destek sistemleri çökecek, bu Kartezyen Kapitalist ekonomi kendi kendini ve bu arada dünyayı yok edecektir.
Aşağıdaki verilere dikkatle bakalım:
§  Dünyanın tarım alanlarının üçte biri üst toprağını kaybediyor.
§  Dünya mera alanlarının yüzde 50’si aşırı otlatma nedeniyle çöle dönüşüyor.
§  Ormanlar tarım başladığından beri yüzde 50 azaldı.
§  Okyanus balık yataklarının üçte ikisi kapasitesinin üzerinde avlanmayla karşı karşıya. Balık stoklarının %47’si tamamen tüketildi.
§  Dünyada su kaynakları hızla kirleniyor, aküferler tükeniyor, yaşamın temel girdisi olan su yok ediliyor.
Görülüyor ki, kapitalist ekonomi ekolojiyi hiç dikkate almıyor. Norveçli Oystein Dahle’nin dediği gibi; “Sosyalizm, fiyatların ekonomik gerçekleri söylemesine izin vermediği için çökmüştür. Kapitalizm ise, fiyatların ekolojik gerçekleri söylemesine izin vermediği için çökebilir.”
Gerçekten de bugün ki Kartezyen kapitalizm ekolojik gerçeklerle barışık değildir ve dünya çöküşe çok yakın bir noktadadır.
Muhtemel bir kapitalist çöküntünün dünyayı da çökertmesine meydan vermeden eski Kartezyen Kapitalist ekonomiden yeni Holistik Ekolojik Ekonomiye geçişi yukarıdaki yaklaşımlarla acilen tasarlamak gerekiyor.
Sonuç olarak; eğer biz yeni Holistik-Ekolojik düşünce düzeyine sıçrayıp, yeni bir dünya düzeni tasarlamazsak beklenen daha güzel bir dünya düzeni kendiliğinden gelmeyecektir. ÇÜNKÜ ÖZLENEN GÜZEL GELECEK, GEÇMİŞİN DÜŞÜNCE DÜZEYİYLE VE PARADİGMA YANLIŞLARIYLA GELEMEZ, HELE HELE CORONA VİRÜS ETKİSİYLE HİÇ GELEMEZ.
Unutulmamalı ki, yeni ve güzel bir dünya düzeni oluşturmak zor ve uzun bir süreçtir. Dünyayı ve insan beynini işgal etmiş yanlış paradigmalı Kartezyen Kapitalizm bütün yanlışların doğrulara direnmesi gibi sonuna kadar direnecektir.
Kartezyen Kapitalizmin direnişinin, iletişim oyunları ile, beyin yıkamalarla, savaşlarla, tutuklamalarla, moneter spekülasyonlarla ve akla gelmedik bir sürü yöntem kullanarak yüksek volümlü ve uzun zamanlı olacağı beklenmelidir.
Bu yüksek volümlü direnişten korkmayarak, dünya ve insanlık yanlışları düzeltme mücadelesine bir an önce başlamalıdır.
ŞİMDİ, HEMEN, GECİKMEDEN …

Dr. Cemil ÇAKMAKLI
Mayıs,2020
Koç üniversitesi Hastanesi / İstanbul


[1] - Bir Gelecek Yaklaşımı/ Tebliğ 2007 / Dr. Cemil Çakmaklı

Zonguldaklılık üst kimliğimiz..

Zonguldaklılık üst kimliğimiz..

Cemil Çakmaklı'nın kimliğini tanımlayan önemli bir öğe de Zonguldaklılığıdır.

Zonguldak onun için önce bir sevda sonra yine bir sevdadır.
Bu sevda yüzünden Zonguldak geleceğine kafa yormuş, Filyos vadisi projesini geliştirmiş, bu projenin sosyolojik temellerini oluşturmak, Filyos projesi ile Zonguldak'lıyı buluşturmak için Zonguldak 100.Yıl vakfını kurmuştur.
Vakfın başkanlığını yapmaktadır.

Zonguldak Vakfı ve Cemil Çakmaklı ilk olarak 1980'li yıllarda Filyos projesi çerçevesinde Ereğli'yi, Zonguldak'ı, Bartın'ı, Devrek'i, Çaycuma'yı birbirine bağlayan ve onları filyos vadisinin ortasında Bakacakkadı'da buluşturan karayolu ağının temellerini atmış tamamlanmasını takip etmiş ve tam o kavşakta Yüzüncü Yıl Filyos Ecopark'ı kurmuşlardır.

Aşağıda, Pusula dergisinde 2006 senesinde Ali Rıza Tığ ile yapılmış olan " Zonguldaklılık Üst Kimliğimizdir." başlıklı
söyleşiyi bulacaksınız.











BENİM DOĞDUĞUM YERLER ; VADİLER, DERELER, TEPELER..

BENİM DOĞDUĞUM YERLER ; 
VADİLER, DERELER, TEPELER..

İçine doğulan ekolojik ortam kimliği belirleyen temel unsurlardan biridir kuşkusuz.
"Benim doğduğum yerler " şiiri Cemil Çakmaklı'nın kendi dilinden içine doğduğu ekolojik ortamı anlatıyor.

BENİM DOĞDUĞUM YERLER;
VADİLER, DERELER, TEPELER…

Oralarda, bizim oralarda
Devrek’de, Beycuma’da, Çaycuma’da
Kıpır kıpırdır dünya
Kıpır kıpırdır yeryüzü….
Bir iner, bir çıkar
Bir çıkar, bir iner
Ve bu kıpırtıdan doğan
Vadiler, dereler, tepeler
Göz alabildiğince uzanır gider…
Kitaplar buralara Filyos Vadisi der..

Bizim oralar,
Tanrının salonuna astığı bir resimdir
Ne bileyim ya da bana öyle gelir

Resim şöyledir;
Bir kere fon yeşildir, yemyeşildir
Her taraf vadidir, deredir, tepedir
Vadilerde; çaylar dereler
Tepelerde ormanlar
Ihlamurlar, kestaneler, meşeler
Kuşlar, kelebekler, çiçekler
Övünmek gibi olacak ama
Bir de mesela, Yedigöller
Tepelerdeki ormanlar
Ihlamurlar, kestaneler, meşeler
Geceleri bulutlarla
Yıldırımlar saçarak sevişirler…
Ve bulutlar geceler boyu
Gelin olurlar, yağmur doğururlar
Geceleri tepelerde,
Ihlamurda, kestanede, meşede
Gelin olan bulutlar
Yağmurlarının peşinden vadilere inerler
Belki de utanıp geceki sevişmeden
Sis olup kuytulara sinerler
Güneşin ilk ışıklarıyla da sisler
Yeniden gelin olup yeniden gelmek için
Usul usul, sessizce kalkıp giderler

Ormanların ve bulutların çocukları
Yağmur damlaları
Vadilerde, çaylarda, derelerde toplanarak
Atlayarak, zıplayarak, oynaşarak
Bahçeleri, bostanları sulayarak
Yedigöller'den, Devrek'ten, Beycuma'dan
Safranbolu'dan Yenice'den
Birbirlerine doğru koşarlar
Gökçebey’de kavuşurlar, 
Çaycuma'dan geçip denize ulaşırlar…
İşte burası Filyos Vadisi'dir.
İşte burası cennetin kardeşidir.
Filyos Vadisi benim memleketimdir.

İşte ben memleketimin
Sayısız tepelerinden birinde
Çakmaklı Tepesinde, babamların tepesinde
Bulutlara, sislere
Ormanlara, yeşillere
Kestanelere, meşelere, cevizlere doğmuşum
Üç yüz altmış derece bir ufka doğmuşum
Bu yüzden ben tepeleri severim
Tepelerde olmazsam, ufukları görmezsem
Uzağa bakmazsam, yaşayamam
Hep derim, herkese söylerim;
“Ekmeksiz kalırsan arar bulursun,
Ufuksuz kalırsan kurur ölürsün…”

Çakmaklı Tepesinde, ufkumun bir ucunda
Doğduğum odanın tam karşısında
Annem tarafının tepesi, Beylik Tepesi
Ve onun beyaz minaresi vardı…
Annem her sabah ilk olarak, farkettirmeden
Kendi tepesine, kendi geldiği eve bakardı

İki tepenin arasında, tam ortasında
Güneşin battığı Yayla çamlığından,
Filyos Irmağı’na doğru
Beycuma Vadisi uzanırdı…
Vadideki en geniş yerde,
Salkım saçak çayların ve derelerin birleştiği düzlükte
Yüz kadar evi, çarşısı, camisi, karakolu
O yıllarda bana çok büyük gelen
Beş sınıflı ilkokulu ile
Beycuma Kasabası dururdu
Durmak ne demek, adeta;
Kurum kurum kurulurdu

Her sabah gün ışırken,
Önce sisler sessizce kalkıp giderdi vadiden
Ve sislerin boşalttığı yerden
Güneşte ışıl ışıl parlayan
Çaylar, dereler, çatılar, minareler
Fırlardı bir anda, aniden…

Her sabah tekrar eden bu müthiş gösteriden
Mahrum kalmamak için ben
Herkesten önce kalkar, burnumu soğuk camlara dayardım…
Sonra bir ara annemin sesini duyardım
“Oğlum üşüyeceksin, yatsana ne var dışarda?”
Sonra, benim çiçekli yorganı alır gelir
Üstüme örter, yanıma girer
Kucaklar, öper, koklardı
Kendi geldiği tepeyi göstererek
“Bak! Az’zabla bize bakıyor” derdi

Böyleydi işte, tam böyle
Çocukluğumun Coğrafyası
İki tepe bir vadiydi
Ama bu iki tepe bir vadi,
Gördüğüm, adımladığım, özümlediğim bir yerdi
Gerçekti, gerçekten bana aitti…

Bu iki tepenin Türkmenleri,
Türkmenlerin beyleri eğitti beni…
Ama aslında, onları da beni de
Bu tepeler, bu vadiler, bu çaylar, bu ırmaklar
Ihlamurlar, kestaneler, meşeler
Bulutlar, yağmurlar ve sisler
Çeşit çeşit bitkiler, börtüler ve böcekler
Hepsi birden, yani bu ekosistem
Kendi içinde eritti bizi
Kendi gibi etti, büyüttü bizi…
Şimdi bilmiyoruz hiç birimiz
Oralar biz mi, biz oralar mıyız?
Ama doğru bir şey var, onu yapmalıyız
Oralarda doğduk, oralarda batmalıyız
Yani sonunda; bu ekosistemin bağrında yatmalıyız…


Dr. Cemil Çakmaklı

AZ'ZABLA DESTANI


Az'zabla Destanı, bir aile sosyolojisi yazısı...
Cemil Çakmaklı'nın doğduğu kültürel ortamı ve o kültürü sürdürüp Cemil Çakmaklı'yı yetiştiren büyük hala Az'zabla üzerinden aileyi ve aile kültürünü anlatıyor.


AZ'ZABLA DESTANI

Annemin halasıydı,
Adı Az'zablaydı...
Ama herkes daima
Az'dan sonra azıcık durarak
Azize'nin (i)sini ve (e)sini yutarak
Fakat kalanlara yoğun bir saygı katarak
Az'zabla derdi ona

Az'zabla bir azamet ve asalet çınarıydı
Soyu ta Fatih'in Paşasına dayanırdı...

Fatih, Beycuma'dan Amasra'ya kadar
Buraları aldığında demiş ya;
"Lala, cennet-i ala bura mı ola?",
İşte o zamanla aynı zamanda
Sadrazamı Mehmet Paşa'ya,
"Rumi ahaliye yön versin diye,
Evlatlarından biri bu cennette kala,
Burada bir beylik
Ve bir medrese kurula" buyurmuş,
Beylik Kariyesi böyle kurulmuş...
Türkmenler böylece "Bey" olmuş buralara

Mehmet Paşa evlatlarınca kurulan beylik,
Beşyüz elli yıldır yaşayarak
Türkmen örfünü ve Osmanlı hukukunu
Bir medresede harmanlayarak
Pek çok insan yetiştirmiş,
Saraya yöneticiler
ve sadrazamlar göndermiş

Bu arada çoğalmışlar 
ve tüm Filyos Vadisine yayılmışlar
Beycuma'dan Çaycuma'ya
Yedigöller'den  Devrek'e
Safranbolu'dan Yenice'ye 
ve Gökçebey'e
Suyun ardından gitmişler
Çaylar ırmaklar boyunca
Güzel köyler kurmuşlar

Hep korumuşlar kendilerini
Ve genlerini...
Bilmediklerinden kız almamışlar,
Güvenmediklerine kız vermemişler
Hep okutmuşlar oğullarını ve kızlarını
Kadınlarını yüceltmişler
Bey kadını önde gider demişler
Hiç arkalarında yürütmemişler

Bu yüzden belki de,
Hala bizim yörede;
"Ah, ah..
Ya bey olabilsem
Ya Beylerden kız alabilsem" diye,
Erkek deyişleri vardır.
Hayıflanışlar vardır.

Beyler,
Toprağı severler,
Topraktan geleni severler.
Hayvanlarını evden biri sayarlar,
Sevdiklerinin adlarını verirler onlara.
Çağırırlar, konuşurlar ve anlaşırlar...

Hele atları, hele atları...
Ayrı bir varlık değil,
Kendi parçalarıdır, organlarıdır
Beylere atları...
O yüzden beyler,
"Ata bindim" demezler
"Atla bir oldum" derler.
Gerçekten de onlar,
Atla bir olurlar, bütünleşirler
Birlikte koşarlar
Birlikte düşünürler.

Bitmeyen Osmanlı seferlerine
Rüzgardan hızlı atlarıyla
Atlarıyla bir olmuş süvarileriyle
Katılmış Beylik Türkmenleri...
Dörtnala,
Birlikte saldırmışlar düşmana
Birlikte vuruşmuşlar.
O kadar ki; derler ki;
Bey yayı gererse, oku at atar.
Daha sonralarda,
Tüfek icat olduğunda
Çakmaklı tüfekli beylik süvarilerinde
- Bana soyadımı veren süvarilerde-
Nişanı at alır, tetiği bey çekermiş...
At ile Beyin birliği
İşte böyle efsaneleşmiş....

Yıllar, yıllar geçmiş
Ama Beyler hiç vazgeçmemiş;
Töreleri ile yaşamaktan...
Ve törelerini nesilden nesile aktararak
Soyları için ölümü
Yaşamdan daha değerli bularak
Korumuşlar soylarını
Korumuşlar, genlerini ve törelerini

Hala koruyorlar,hala
İşte onların soyundan geliyor Az'zabla

Az'zabla,
Onaltı yaşlarında
Güzelliği dillere destan, ama
Bey kızı ya,
Kimse yaklaşamıyor yanına...
İşte o günlerde
Az'zabla'nın "Bey" babası
Beyler'in Beyi Mehmet Bey vuruluyor
Biri onunda, diğeri sekizinde,
İki erkek kardeş ve,
Beylik Az'zabla'ya kalıyor.
Az'zabla beylerin beyi oluyor.

Bağlıyor karaları Az'zabla
Kuşanıyor mavzeri, biniyor kırata
Gelin olacağı atta, Bey oluyor...
Gömüyor güzelliği, gömüyor hayalleri,
Onun için artık önemli olan
Beyliği, sülalesi ve kardeşleri

Beyliği Bey gibi yapıyor,
Adil, kudretli ve cesaretli
Kardeşlerinden büyük olanını
Abdullah Bey'i büyütüyor önce,
Ve everiyor..
Sonra Yemen'e harbe gönderiyor.
On iki yıl, yollarda onu
Evde, güzel gelin Vasfiye'yi bekliyor
Küçük kardeşi, Cemil Bey'i,
Onun gözünün bebeği...
Büyütüyor onu da
Evlendiriyor...
İpek tenli, bülbül sesli Ikkana'yla
Sonra;
Onlar çocuk değil, soyumdur diyerek
Çok severek ve çok önemseyerek
Cemil Bey'in çocuklarını da o büyütüyor
Çocuklarının çocuklarını da O...

Ben o çocukların çocuklarından biriyim.
Cemil Bey'in büyük kızı
"Mihriye Gadun"ın büyük oğluyum.
Adımı Az'zabla koyuyor.
Küçük kardeşi, göz bebeği
Cemil Bey'in adını,
Yani bizim deyişle Beybabamın adını,
Bana zimmetliyor.

Benim naif, ince, duyarlı annem,
Beni doğurup hastalandığında
Az'zabla sarıyor beni sırtına,
Babası öldüğünden beri
Hiç çıkarmadığı mavzerinin yanına...
Yolda, bağda, bahçede,
Ziyarette, ziyafette hiç çıkarmadan
Sırtında taşıyor beni yıllarca
Sırtında sarılı çocukla sürekli konuşarak
Ve her lafa,
"Cemil Bey, Cemil Bey!" diye başlayarak
Yani kişiliğimi adıma ekleyerek
Büyütüyor beni Az'zabla

Az'zablam beni,
Hem büyüttü hem öğretti.
Buğday ekmeyi, harman dövmeyi öğretti.
Fidan dikmeyi öğretti.
Hep yaptırdı, hep denetti
Ellerimle öğrenmeyi öğretti.

Beyler'de töredir
Doğanlar kundaklanırken
İsimleriyle birlikte kulaklarına
Kızlara "gadun" -hatun-
Erkeklere "bey" diye seslenilir..
Yani isimlerinin yanına
Kimlikleri de eklenir...


Yani kundakta başlar beylik beylerde,
Kundak gibi sarılır bedenlerine
Ve beyler taşırlar beyliklerini
Kundaklarından, kefenlerine

Beylik "ben"lik değil, "biz"lik tir.
Beylik, doğayla ve toplumla birliktir.
Bir olmaktır.
Beylik bir kişiye verilen ünvan değildir.
Beylik herkeste bulunması gereken,
Bir yüce kimliktir.

Beylerde, herkes beydir, herkes eşittir.
Beylerin beyi ise,
Eşitlerin birincisidir.
Budur törelerin töresi
Budur beylerin demokrasisi.

Dedim ya,
"Ben" diye değil,
"Biz" diye başlamak her işe
Ta kundakta işlenir
Beylerin kimliklerine

İşte bu yüzden, bugün hala
Yaptığım her bencillikte
"Ben" diye başladığım her işte
Çıkar karşıma  Az'zabla,
Çatar kaşlarını
"Hey!" der,
"Cemil Bey, Cemil Bey!"
Kendine gel..

Az'zablam toprağa gideli çok oldu,
Ama her an, hala sesi kulaklarımda...

"Beylik başında olmak değil, içinde olmaktır
Mecliste başta değil, herkesin içinde oturacaksın.
Beylik çoklukla, acizlik yoklukla olur,
Hep çokluğun peşinde olacaksın...
Senin çokun almaktan değil, çok çalışmaktan olacak
Çok çalışacaksın çok
Sofrada ekmeğin büyüğünü,
Hayatta verdiğinden çoğunu,
Almayacaksın...
Herkesi doyurmadan doymayacak
Herkesi uyutmadan uyumayacaksın
Uyurken de bir gözün açık uyuyacaksın
Hep göreceksin, hep gözleyeceksin
Gözlediğini düşüneceksin.
Düşündüklerini yapacak, yaptıklarını bileceksin
Ve Bilmeyenlerin bileni olacaksın
Bey'sen eğer,
Korkmayacak, kaçmayacak, yılmayacaksın...

Bunları yapmayacaksan eğer,
Kimsenin önüne düşüp
"Bey" olmayacaksın..."


Dr. Cemil Çakmaklı